Şifre: Şifremi Unuttum
     
Üyelik
  Web Üyeliği
  Kullanım Kuralları
Balmed Hakkında
  Tüzük
  Bize Ulaşın
  Yönetim Kurulu
  Dernek Üyeliği
Kariyer
 
  Kariyer Alanı
Alışveriş
  Mağaza
İlan Panosu
  Emlak
  Vasıta
  Eşya
  Özel Ders
  Diğer



ANILAR
YENİ ASIR 4 HAZİRAN 1982 CUMA
BİNBAŞI'DAN HABER VAR
"NEWYORK - GELİBOLU KÜREKLE"
CUMHUR AYDIN'79
"KAYBOLUYORSUN"

"ÇANAKKALE GEÇİLİR"
İstanbul dan sonra çanakkale Boğazını da yüzerek geçen Hakan Topaloğlu'81 in kaleminden....

 

Temmuz ayında ilk defa İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçtikten sonra bir boşluğa düşmüştüm; 3 aydır hazırlandığım yarışma bitmiş, koyduğum hedef gerçekleşmişti. Peki bundan sonra ne olacaktı? Bu bir son muydu? Yoksa başlangıç mı?

 

Kendime hemen yeni bir hedef koyamasam da antrenmanları aksatmamaya karar verdim. En azından çıkacak bir fırsata fiziksel olarak hazır olmalıydım. Derken bir arkadaşım "Çanakkale boğazını geçelim abi “ dedi. “Olabilir, ama bu sefer de lojistik bilgileri sen topla beni sen gaza getir” dedim.

 

Daha sonra ben Erdek, İzmir, Çeşme, Bodrum, Sakız adası, Midilli sahillerinde bir ay boyunca hem gezip hem de “denizde yüzme açığımı” giderirken arkadaşım  sağolsun bilgileri toplamış, hatta benim kaydımı da yaptırmış.

 

Halbuki ben hala kararsızdım; antrenmanları bırakmadığım için fiziksel olarak hazır olmama rağmen lojistik olarak hiçbir bilgim yoktu ve bu beni rahatsız ediyordu. (Haklarını yemeyelim; Çanakkale Rotary Kulübü’nün web sayfasında pek çok bilgi vardı ama sadece okumak yetmiyordu.) Oysa İstanbul Boğazını geçmeden önce defalarca kıyıda yürümüş, akıntıların yönünü incelemiş, hatta motorla parkuru gezmiştim önceden. İşte bu bilgi boşluğu beni rahatsız ediyordu.

 

Herşeye rağmen;  yarışa bir hafta kala katılma kararını verdim. Şunu bir kez daha gördüm ki; en önemlisi istemek, gerçekten istemek ve karar vermek. Ondan sonrası teferruat. Mutlaka ama mutlaka gerçekleşiyor hedefin. Yeter ki gerçekten iste ve kararlı ol.

Herkese “amacımın yarışı bitirmek” olduğunu söylesem de kendi kendime söylediğim, kimseyle paylaşamadığım hedeflerim biraz daha yüksekti. Bu kez ilk 100’e girmek ve 1 saat 10 dakikanın altında yüzmek istiyordum.

Yine aynı taktikle tüm arkadaşlarıma, bir punduna getirip;  “Çanakkale Boğazını da geçeceğimi” söyledim, yazdım. Bunu yapıyordum çünkü bu benim sonradan cayma ihtimaline karşı sigortamdı. J. Yine cesaret verenler çoğunluktaydı ama,  “Sen deli misin? Aman dikkat et vs vs ” diyenler de çıktı.

Bir Cumartesi sabahı Truva Seyahat otobüsüne bindik ve yola çıktık iki kişi. Keyifli bir yolculuktan sonra akşamüzeri Çanakkaleye ulaştık. İnternetten ayırdığım pansiyonu bulduk. (İki emekli öğretmenin, kışın kız öğrenci yurdu olarak,  yazın da pansiyon olarak işlettikleri temiz, şirin ve ucuz bir yer; Özgen kız öğrenci yurdu. Geceliğine 15 TL verdik. Koskoca pansiyonda 2 kişi kaldık, yazın Çanakkale’ye yolunuz düşerse, ucuz temiz bir yer yeterliyse, tavsiye ederim.)

Eşyalarımızı -ki sadece küçük bir çantadan oluşuyordu - bıraktıktan sonra yarış brifingi için 18 Mart üniversitesi S. Demirel konferans salonuna gittik. Çanakkale Rotary Kulübü gerçekten iyi hazırlanmış. Zaten internet sitelerinde de yarış öncesi teorik  bilgiler düzgün şekilde verilmişti.https://www.canakkalerotaryclub.org/sayfadetay.php?git=8

Brifingte Powerpoint sunumlarda tüm sorularımızın yanıtını bulduk. Yaklaşık 4.5 millik = 8.5 km bir parkur olacaktı, Avrupa yakasında Eceabat plajından başlayıp, Asya yakasında Çimelik kalesinde bitirecektik.

Ardından Büyük Truva Otelindeki “makarna partisi”ne katıldık tüm yarışmacılar ve idarecilerle. Burada keyifli sohbetler de oldu ve masterlar yüzme camiasını biraz da olsa tanıma fırsatı buldum. Alanya yarışı, Meis-Kaş yarışı ve diğer masterler organizasyonlarını ilk kez duydum.

Yemekten sonra İzmir’den hiç üşenmeden, oruçlu oruçlu beni izlemek için bir günlüğüne gelen annem ve babamla buluşmak üzere orduevine gittim. Onlar benden daha heyecanlıydı.

Gece erken yattım. Bir sokak içindeki sessiz pansiyonumuzda iyi bir uyku çekmek istiyordum. Yarış yarın - Pazar günü- saat 1300de başlayacaktı ama 2.5 saat kadar önce sıkı bir kahvaltı yapmamız gerekiyordu. Bütün günümüz de yolda geçtiği için 9-9buçuğa kadar uyumayı planlamıştım. Ancak sabah erken uyandım ve birkaç kez tuvalete gittim. (Küçükten beri ne zaman heyecanlansam; bir sınav öncesi, önemli bir toplantı öncesi sindirim sistemim hızlı çalışmaya başlar. Ben de olayın havasına girdiğimi böylece anlarım J)

 

Önce Çimenlik kalesine gittik, akredite olmak ve yarışma çantamızı almak üzere sıraya girdik. Bir bayan benim “kaynak” yaptığı düşünerek  uyardı. Oysa kendi yaş grubuma ait sıradaydım. Sonra o da yanlış yerde durduğunu fark etti benim bulunduğum sıraya geldi. Bu arada daha yüzmeden katılım belgemizi de aldık.

( organizasyon komitesine bir öneri; bu belgenin yarış sonrası verilmesi daha anlamlı olur bence, Yarış öncesinde “Çanakkale boğazı’nı geçmiştir” diye belge almak biraz işin ciddiyetini azaltıyor sanki).

 

Yarışmanın ana sponsoru olan Quantum saat firması şapka, terlik, t-shirt içeren bir çanta vermişti. (Bu tip organizasyonlarda sponsor çok önemli, onlar olmadan iyi bir organizasyon yapmak mümkün değil. Bu yüzden futbol dışındaki bir dalda sponsorluk yapan kurumları desteklememiz gerektiğini düşünüyorum ve ismini burada yazdım. (Yoksa amacım reklam yapmak değil J) ve hemen t-shirti üstüme geçirdim. (Yarıştan sonra tüm bu seti babama hediye ettim. Çok hoşuna gitti, eminim İzmir’de havuza giderken o şapkayı takıp , t-shirt’ü giyiyordur.) Ancak benim malzemeler “small”  çıktı. Tam ne yapacağımı düşünürken biraz önceki bayanı elindeki X-Large malzemelerle söylenirken gördüm. Değiş tokuş yapabileceğimizi söyledim, çok sevindi. Herhalde sabah beni fırçaladığı için biraz utanmıştır. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste J

 

Kayıt işlemlerini tamamladıktan sonra kahvaltı için bir yer aradık. İlk bulduğumuz sahil kahvesinde 30 dakika bekleyip sadece çay içebildikten sonra orada tanıştığımız ve kendisi de yarışa katıcak bir İzmir’li hemşehrimizden başka bir yer önerisi aldık. Zira yan masadakilere kahvaltıları yeni gelmişti ve bir saattir beklediklerini söylediler. Açık büfe kahvaltımızı güzel bir sohbet eşliğinde tamamladık. Bol reçel, bal, helva, çok şekerli çaylar… Çanakkale’de kurbağaadam olarak görevli olan yeni dostumuz arada telefonla rüzgar ve akıntı hızını da öğrenip bizi bilgilendiriyordu.

 

Kahvaltıdan sonra tekrar Çimenlik Kalesindeki askeri müzeye yollandık. Yarışa buradan başlayacaktık. Üstümüzü değiştirip, çantalarımızı organizasyon komitesine emanet ettik. Cüzdan, cep telefonu gibi değerli şeylerimizi de annemlere bıraktık. Bu tür yarışlarda bu en büyük sorun sanırım. Özellikle yalnız geldiyseniz paranızı nereye bırakacaksınız ? Dönüp de bulamamak var ? Neyse hele bir dönelim de ?

Çimenlik kalesi; yarışın bitiş yeri, aynı zamanda da başlangıç yeri. Buradan otobüslere bindik. Sadece mayolarımız ve terliklerimiz var üzerimizde, haa bir de ayaklarımızdaki çipler, derecelerimiz bunlarla ölçülecek. İskeleden otobüslerle feribota bindik. Feribot hareket edince otobüslerden indik, denizi boğazı seyrediyoruz. Muhteşem bir ortam, güzel bir hava. Tek sorun; her biri orta boy bir çöp kovası büyüklüğündeki mavi-mor denizanaları. Adeta mayın gibiler ve sayıları çok fazla. İngilizleri mayınlar durdurmuştu, umarım biz bu mavi mayınları geçeriz.

Feribotun kenarında büyük bir kuyruk var. Yaş ortalaması 40 üstü olan bütün erkekler tuvalet sırasında. Biraz bekledikten sonra sıranın bana gelmeyeceğine karar verdim. İlerde teknenin önünde bir hareketlilik vardı, oraya yürüdüm. Savaş Karakaş ve ekibi 18 Mart ve Çanakkale ile ilgili bir belgesel için çekim yapıyorlardı. Kendisi de yarışa katılacak olan Karakaş, bu yarış ile ilgili görüntüleri de yayınlayacaktı. Daha önce İstanbul Boğazı geçişimin hikayesi bir vesile ile kendisine ulaşmıştı ve çok beğendini söyleyerek benimle röportaj yapmak istemişti. Buraya kısmetmiş, özellikle bu tarihi mekanda yüzme konusunda neler hissettiğimi sordu ben de yanıtladım dilimin döndüğünce. (Bu röportajı ve programın tamamını İzTV’den 26 Eylül Cuma günü 2200 de izleyebilirsiniz. Digitürk 18. Kanal)

Daha sonra farklı gruplarla sohbet ettik. Herkes heyecanlı, özellikle bizim gibi ilk kez katılacak olanlar. Birisi “sabah annemler aradı İstanbul’dan heyecanlandım “ dedi. Ben güldüm; “ peki ben ne yapayım? Benimkiler atlayıp gelmişler İzmir’den ve varış yerinde bekliyorlar, ya bitiremezsem ?

Yaklaşık yarım saatlik yolculuktan sonra feribottan indik. Aslında insanın morali bozulmuyor değil; yarım saatte gemiyle geldiğimiz yolu şimdi bir saatte yüzerek dönecektik.

Feribot iskelesinin 200-300 metre kadar sağındaki Eceabat plajında toplandık. Güzelim sarı terliklerimizi orada bıraktık.( Eceabat’a yolunuz düştüğünde herkesin ayağında sarı-siyah terlikler görürseniz anlayın ki bizden sonra, bıraktığımız terlikleri plajdan toplamışlar J.)

Denizdeki bir tekne korna çaldığında yüzmeye başlayacaktık. Saat 1300 olmuştu , programa göre yarış başlamak üzereydi. Beklerken feribotta kuyruk nedeniyle yapamadığım ödevimi, burada belimize kadar sudayken yaptım. (Sağımdaki ve solumdaki arkadaşlardan özür dilerim ama o işi yüzerken yapmak sanıldığı gibi kolay değil J)

Bu sırada bir düdük çaldı ve küçük bir grup yarışa başladı. Oysa bu beklenen start işareti değildi. Diğerleri ve teknelerdekiler bu grubu geri döndürmeye çalıştılarsa da olmadı, duymadılar. Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra onların geri dönmeyeceğini anlayan kalan büyük grup yani biz de yaklaşık 1 dakika gecikmeyle ve 100 metre kadar geriden yarışa başlamış olduk.

Bu erken start durumu İstanbul’da da yaşanmıştı. Sanırım bunun için bir önlem almak ve bunu yarış öncesinde iyi anlatmak gerekiyor. Zira galiba birileri bunu alışkanlık haline getirerek kendilerine uyanıkça bir avantaj sağlamak istiyorlar. Bizim gibi amacı sadece”tamamlamak” olanlar için önemli değil ama yarışa çok iddialı gelen gençler var ve onlar için inanın “saniyelerin” önemi var.

Neyse, bu kez ben de çok arkalarda kalmadan yarışa  tempolu başladım. Kollar bacaklar birbirine çarpa çarpa yüzdük bir müddet. Altımızda midyelerden oluşan bir tarla belirdi, daha doğrusu bir halı. Onu geçtikten sonra etrafım seyreldi. Aldığımız bilgiye göre bir yay çizerek gidecektik. Önce iyice açılmak için karşıya doğru yüzecek, sonra yavaş yavaş sağa yönelecektik. Yoksa yine aynı kıyıdan Avrupa yakasından aşağıda toplarlardı bizi. Yön vermek üzere etrafımızda tekneler olacaktı, üzerlerindeki sarı balonlarla onları kolayca görecektik. Ama hiç de öyle kolay olmuyor suda etrafı görmek. Ben önce 15 dakika kadar karşı kıyıdaki büyük anten direğini hedef aldım. Sonra 15 dakika da onun sağındaki bayrak direğine doğru yüzdüm. Ardından 15 dakika şehir stadının aydınlatma direklerini hedefledim. Ondan sonraki son 15 dakika da varış yerinin biraz solundaki arabalı vapur iskelesi hedefim oldu.

İlk sürprizle yarış başladıktan 15 dakika sonra kolumdaki saate baktığımda karşılaştım. Yine  kronometresine basmayı unutmuştum. İkide sıfır başarısızlık; İstanbul’da da unutmuştum. Boğazları geçmeyi başardım ama kronometreye basmayı başaramadım J. Ayrıca Murphy yine devredeydi; Havuzda, denizde defalarca yüzdüğümde saatimin kayışı britinden çıkmazken bu iki yarışta da daha başında çıkıyordu. Ve kayışın boşlukta sallanan ucunu tekrar yerine sokmak bir dakikamı alıyor, tempomu bozuyordu.

Bu aksaklıklar dışında her şey yolunda giderken ilk mayınla yaklaşık 30 dakika sonra karşılaştım. Suyun içinde çok daha heybetli görünüyordu. Uzaktan birbirimizi selamladık. “Benden sana zarar gelmez” anlamına karşılıklı başımızı salladık. Daha sonra aşağı yukarı her 50- 100 metrede bir başkasıyla karşılaştım. Bana bir zararları olmadı ama sonradan gördüm; birkaç kişiye dokunmuşlar ve yakmışlar.

İtiraf edeyim; önce insan hiç ilerleyemediğini düşünüyor ve umutsuzluğa kapılıyor, özellikle ilk 20 dakika resmen dalgaya, rüzgara karşı yüzdüm. Rüzgar soldan- kuzeyden esiyordu, bu yüzden benim sadece sağ tarafımdan nefes alabilme dezavantajım avantaja dönüşmüştü. Bir süre sonra arkama baktığımda epey yol aldığımı da görünce moralim düzeldi. Sağdaki burnu hafif dönünce muhteşem “dur yolcu rölyefi” sağ arkamdan göründü. İçim ürperdi. Gerçekten çok anlamlı bir tarihte, 30 Ağustos’da, çok özel bir şehirde, sadece doğa ile değil adeta tarih ile iç içe yüzüyorduk. Keyfini çıkardım, gururunu yaşadım.

 

Sonrası yine hızla geçti. Son birkaç yüz metreyi deparla geçirdim. İlk deneyimime göre daha yüksek bir tempoda yüzmüştüm. Zaten çıkınca hissettiğim yorgunluk da bunun kanıtıydı. Yarışı bitirdim, meyve suyumu, sandviçimi aldım. Beni kenarda bekleyen, kamera ile çekim yapan annemi, babamı öptüm. Sonra bitiş yerindeki iskelenin ucuna gidip oturdum. Karşıdaki resme bir daha baktım. Ben “durmamıştım”, geçmiştim. Gözlerim doldu….

 

Evet bir macera daha bitti, çok keyifli bir organizasyon daha sona erdi. Tabi ki ben dereceye giremediğim için madalya seromonisine katılamadan dönüş otobüsünün yolunu tuttum :-)  (Zaten 45 yaşında serbest stil yüzmeye başlamış birinden de daha fazlasını beklemek ayıp olurdu ama derece de olacak inşallah.)

Birkaç kelime de Çanakkale’den bahsetmezsem haksızlık olur. Çok güzel bir şehir. Modern , batılı bir yüzü var. İnsanları da öyle; caddelerde, kafelerde bayanlar erkeklerden çok, insanlar neşeli güzleryüzlü. Kesinlikle ilk fırsatta gelinip birkaç gün tatil yapılacak bir yer. Yalnız bir şey dikkatimi çekti; 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorduk ama neredeyse evlerin hiç birinde ay-yıldızlı bayrağımız asılmamıştı. Bu Çanakkale’ye yakışmamış.

Ayrıca şehirde konuştuğumuz neredeyse hiç kimse bu organizasyondan haberdar değildi. Oysa bu organizasyona “halk” da dahil edilmeli, bunu sahiplenmeli orada yaşayanlar. Ne bileyim; caddelerde, sokaklarda “Yarışmacılar şehrimize hoş geldiniz” falan diye pankartlar görmek isterdim doğrusu. Eminim halk bilgiledirilse sahildeki kafelerde “burada maraton yüzücülerine %10 indirim uygulanır” türü ilanlar da görecektik J ve bizi “turuncu boneler ve slip mayolarla” otobüslere doluşmuş feribota giderken” gördüklerinde uzaylı görmüş gibi bakmayacaklardı J

İstanbul’a dönerken feribotla tekrar aynı güzergahtan geçtik. Bir kez daha tüm bu yolu nasıl yüzdüğümü kendime sordum. İnanılır gibi gelmiyor ama olmuştu işte. Ve daha yeni başlıyorduk; Daha Alanya maratonu vardı, seneye Meis-Kaş arası uzaklardan bana göz kırpıyordu. Hatta 2010 Göteborg masterlar dünya şampiyonası neden olmasındı? Yeter ki sağlımız yerinde olsun, yeter ki isteyelim.

Yarıştan dönen 2 gençle de sohbetledik gemide. Biri hemen yarışın başında terk etmek zorunda kalmış, ayağına kramp girmiş, üzgündü. Onu teselli ettik. “Su altı hokeyi” takımındalarmış, duymuştum böyle bir spor dalı ama hiç seyretmedim. İstanbul’da ilk fırsatta gidilip seyredilecek.

Sonunda geceyarısı eve geldim, yol boyunca telefonla arayan arkadaşlara da aşağı yukarı bu yazdıklarımı anlattım, tebrikleri kabul ettim.

Bu organizasyonu düzenleyen Çanakkale Rotary Kulübe, beni destekleyen aileme, dostlarıma  teşekkür ediyorum. Ve beraber bu keyfi ve gururu paylaştığımız tüm yüzücüleri tebrik ediyorum.

 

NOT; Bu yarışa yaklaşık 300   kişi katıldı. Bunların   70 kadarı  bayandı.  Yurt dışından 80 kişi katılmıştı. Yarışı tamamlayabilen  257  kişi arasından 99. oldum. En iyi derece 0.49.00, en sonda bitiren 1.42.07. Derecem; 1.06.01

<<< geri
 
eNroll® CM
BALMED, İzmir Koleji ve Bornova Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği 2018