baldaldık, açıldık
Mon Nov 25, 2002 4:40 pm
Gün doğmuştu, ama deniz hala bembeyazdı yola çıktığımızda... Ne sağanak
yağmur bozabilirdi keyifleri, ne de başka bişey..
Gökkuşağının eşlik ettiği bir yolculuk sonrasında Ayvalık’a varış, Nedim
'82, Mete '90, Erman '92, Barış '93, Pınar '94, Elif '94, Tuğrul the
divemaster, Ümit the diver, Emin ve Mehmet the dünya tatlısı Captain
brothers, Jacques '80 ve İhsan the Genie '92'den oluşan ekibin buluşması,
sarmaşması, tekneye yerleşme ve Ayvalık sahilinden çözülüp gitmeleri,
düşünceler gibi başıboş...
Sonrası?
Sonrası, maviliklerde sefer etme, seyir halindeyken teknenin kıçından denize
bıraktığımız koca sırtı yı görmeyen Ayvalıklı balıkların tümünün kör
olduklarına kanaat getirişimiz, bulutların ortalıktan kaybolması ve güneşin
bizler için yüzünü göstermesi, bir adacığın kuytu koyuna demirleme, teknenin
kıçındaki dalış platformundan, karşıya bakılarak denize doğru atılan bir
büyük adım... Benim kişisel tarihime de geçen, insanlık için çok küçük, ama
benim için çok büyük bir adim.. O adım sonrasında yepyeni bir dünyayla
tanışma... Dünyanın bütün çirkinliklerinin suyun dışında kaldığını
düşünmenin ve bu yeni dünyayı keşfetmeye çalışmanın tarifsiz heyecanı ve
karmakarışık duygular... Uzaktaki dosta gönderilen "purge"ler, zaman
boyutunun durması ve yok olması, gözünüzün önünde alabildiğine uzanan
manzaranın milyonlarca yıldır aynen var olduğu, ama sizin bunlara yeni tanık
oluyor olmanızın getirdiği tarifsiz heyecan, hayranlık ve gecikmişlik hissi,
boyutsuzluk, denizyıldızları, irili ufaklı balıklara ellerinizle
denizkestanesi beslemenin iç huzuru, tanık olduklarınıza büyük bir hayranlık
ve saygı dolu gözlerle ve yürekle bakma hali, o dünyada evsahibi değil,
konuk olduğunuzu iyi bilmekten kaynaklanan balıkları rahatsız etmekten bile
çekinme duygusu, Jacques Mayol'un neden yunus olmak isteğini daha iyi
kavrayabilme hali, her şeyi belleğinize kazıma ve hiç unutmama gayreti,
sırtınızdaki onlarca kiloluk ağırlığa karşın içinizdeki sonsuz hafiflik ve
tüpünüzdeki havanın tükendiği noktada tekneye dönmek zorunda olmanın
burukluğu...
Tekneye ulaştığınız anda, henüz kurulanmadan ve üşüyorken size uzatılan
çorbanın ve o çorbayı size uzatan dost elinin sıcaklığı, dakikalarca
konuşamamış olmanın getirdiği açlıkla tanık olduğunuz her kareyi ve olayı
dostlara anlatma gereksinimi...
Akşamına Cunda'da Saki Kaptan’ın sıcacık ve daracık Papalina meyhanesinde
tokuşturulan rakı kadehleri esliğinde, Edirne'den Kars'a, insana dair
sıcacık sohbetler.. Zeytinyağına bandırılan kızarmış ekmekler, kıpkırmızı
barbunların ve lüferlerin dayanılmaz cazibesi... Üçüncü-beşinci kadehlerden
sonra "rinnirinna rinnirinna rinanay rinanay rina rina nay" diyerek yanılan
Feraye ve "kafayı çekmiş, laf anlamaz Ormancı'nın köyümüze bıraktığı yoktan
bir acı" esliğinde havaya kalkan eller, yere vurulan dizler...
Meyhane çıkışında, aldığımız istihbarata Gore "birayı masanıza getirdiğinde
hesabı hemen istiyor" olduğu için gıcık olunan Cunda’nın "Dinazor Barı”na
"vay utanmazlar vay!!" nidalarıyla ve "hesap sorma amacıyla" toplu halde
intikal etme, içeri girdiğimiz anda bize dikilen gözler ve değişen ortam, o
ana dek taburelerinde oturup canlı müziği ve solist kırmızı şapkalı kızı
uslu uslu dinleyen insanların, rakıyla gevşemiş 10 tane dimağın Dinazor'un
alt ve üst katlarını terennüm ederek dans edip durmalarına karşı kayıtsız
kalamamaları ve onlardan aldıkları cesaretle dans etmeye başlamaları, her
masadan insanların "kim bunlar yaw?" diye soran gözlerle, dans edip duran,
barın altını üstüne getiren ve gülmekten yerlere yatan dalgıçları ve bu
dalgıçların Capoeria dansından esinlenerek geliştirdikleri "Karate Kid
dansı" yapışlarını izlemeleri, bar işletmecilerinin hesabi biraları getirir
getirmez değil, biz isteyince getirerek hışmımızdan kurtulmaları, sabaha
doğru otele dönüş yolculuğunda buğulanan camlar ve buğulu dimağlar nedeniyle
önümüzü görmekte zorlanmamız...
Ertesi sabah "nerde kalmıştık?" diyerek yine Ayvalık sahilinden çözülüp
gitme, Ayvalık körfezinde sağlam gözlü balık olmadığından %100 emin olma,
büyük maviliklere atılan yeni büyük adımlar, akvaryumda yapılan yeni
dalışlar, her bir noktası farklı olan ve izlemekle tükenmeyecek tarifsiz
güzellikler, ama inadına tükenen tüpler, hala sıcak olan çorba ve dost
elleri... Dürbünle balıkçı teknelerini, ağlarını çekmekte olan balıkçıları,
ağları silkeledikçe ellerine pul pul gelen denizi ve üzerlerinde uçuşup
duran martıları izleme... Akşamüzeri baştankara olunan boz adanın
kuytusunda, teknenin güvertesinde güneş ışınlarının sıcaklığını içimize
çekerek, adadaki martıların şarkıları dışında hiç bir sesin duyulmadığı
dinginlikte yapılan şekerlemeler ve yarı uyur yarı uyanık olma hali,
"yaşamak güzel şey be kardeşim" hissi, yavaş yavaş alçalan güneşin Midilli
üzerinden batışının saniye saniye izlenerek belleklere kazınması...
Otele dönüş, ayrılık saatinin yaklaşmış olmasının hafif burukluğu ve "her
güzel şey çabuk biter" duygusu, Cunda'da Taşkahve'ye gidip Kasım ayının son
günlerinde ve gece vakti dışarıda oturabilmenin dayanılmaz keyfi, Ayvalık
tostlarının tadına bakış, sıcacık çay eşliğinde sıcacık sohbete devam ediş,
o sırada oradan geçmekte olan ve bir önceki gece bizden aldığı cesaretle
Dinazor Bar'da dans etmeye başlayan bilmem kim abinin bizi görünce başını
eğerek ve gülümseyerek bizleri selamlaması ve kaçınılmaz sonun gelişi...
İstanbul ekibinden sarmaş dolaş ayrılık, sonrasında arabalara binip İzmir’e
ulaşma...
Bunlar nasıl anlatılır ki? Hem anlatmaya kalksam, gelemeyenlerin içi gider,
en iyisi anlatmayayım ben..
Herşey bir film gibiydi... Ve biz o filmi izlemekle kalmadık, içindeydik...
büyük Türk düşünürü Nil Karaibrahimgil'in dediği gibi:
"İyi ki yapmışım..."
Jacques '80, the purger
THIS IS A FILM
Emir Kusturica / Goran Bregovic
This is a film about a man and a fish.
This is a film about a dramatic relationship between man and fish.
The man stands between life and death.
The man thinks.
The horse thinks.
The sheep thinks.
The cow thinks.
The dog thinks.
The fish doesn't think.
The fish is mute...expressionless.
The fish doesn't think...because the fish knows...everything...
The fish knows...
Everything...