
|
14 MART TIP BAYRAMI ve SAĞLIK HAFTASI |
Tüm sağlık mensubu BALDAŞ’ların "14 Mart Tıp Bayramı ve Sağlık Haftası“ kutlu olsun. Ayşegül Sütçü Yıldırım'86 nın "Dr Ne Demek" yazısı...
Tıp bayramını kutlamaya dün başladık :)
Tarihimizdeki en büyük sağlık mitinginden döndüm. Yorgun, güneşten yanmış, coşkulu ve üzerine düşeni yapmış biri olarak çok huzurluyum. "Çok ses", sağlığın her alanından emekçilerin sesleri "Tek yürek"ti Sıhhıye´de. Buna şahit olabildiğim için çok mutluyum. "Doktorlar için azaltılmış numune" gibi "Doktorlar için azaltılmış resmi katılımci sayısı" bile 22.000 olarak açıklanan mitingde -göz var izan var- en az 35.000 sağlık çalışanıydık.
Sağlık Bakanlığının önünde, sağlıktaki incelikli aldatmacanın ardında gördüğümüz gerçekleri açıkladık, Hipokrat yeminimizle verdiğimiz nitelikli hizmet sunma, hastaya zarar vermeme, mesleğimizi etik ilkelerle uygulama ve kötüye kullanmama sözümüzü geri almayacağımızı bir ağızdan bildirdik. Hedeflerimizi gösterdik, kaygılarımızı anlattık, birbirimize olan güvenimizi sağlamlaştırdık, coşkuyla şarkılarımızı söyledik...
Dayatılan performans sisteminin doktor ile hasta arasına para’yı sokarak, işi bir pazarlık mantığına dönüştürdüğünü anlattık. Matah bir uygulamaymış gibi tek yönlü bakılan sistemin gerçeklerini anlattık.
Reformun savunucularına göre son 5 yıldır süregelen bu sistemde hasta hızlı ve ulaşılır bir sağlık hizmetine kavuşmuş. Bize göre ise hasta çok niteliksiz bir hizmete mahkûm edildi. Denklem ters orantılı, üstelik de baktığın açıya göre anlamı değişiyor. Doktor açısından birim zamanda daha fazla hasta daha fazla para demek. Hasta açısından birim zamanda daha fazla hasta verilen hizmetten ona düşen daha az pay demek.
Bana göre Performans sistemiyle doktora verilen mesaj şöyle: "Fakirlik sınırının üzerinde para almak istiyorsan "şipşak" sağlık hizmeti sun. Eğitime ayırdığın süreyi azalt, olsun asistan değiller mi, daha çok çalışır gene öğrenirler. Bilimsel araştırma işini bırak, bilim falan hikâye, -zaten Allah’ın verdiği canı Allah alır- boşuna debelenme. Hem bak bir sürü böyyük ülke "bilim" yapmış, uğraşmış yıllarca, yormuş kendini, kendince sonuçlar almış, yeni tedaviler, yeni ilaçlar bulmuş. E ne oldu, işte bal gibi bize de satıyorlar. Aynı tedaviyi biz oturduğumuz yerden (pahalı mahalı) alıyoruz, bilime ne gerek var? Seri hizmet üretimine geçersen daha fazla hastan olur, yok her hastaya hak ettiği gibi en az 20 dakikayı ayırayım diyorsan, birim zamanda bakacağın hasta sayısı azalır. Daha az hastaya bakarsan sana vaad ettiğimiz parayı alamazsın (aslında gerçekçi bakarsan o parayı alacak kadar asla çalışamayacaksın, ama olsun tavşan vaad etmek gerekir ki tazı koşsun), evini nasıl geçindireceğini, eğitim masrafını nasıl karşılayacağını, çocuklarını nasıl büyüteceğini kendin düşün. Zaten hastaneye, işyerine kazandırmak için de bunu yapmalısın. Çünkü bu reformla öyle bir rekabet sistemi kurduk ki rakibinle aynı silahlarla savaşmazsan yok olursun, isinden olursun."
Bugün telefon eden yakınlarımın verdikleri gönül desteğinden sonraki cümleleri eylemi hemen hiç bir TV kanalının vermediğiydi. Neyse ki, dönüş yolunda CNN Türk’te eylem görüntülerini değilse de TTB başkanımız Dr Eriş Bilaloğlu'nu, Hacettepe'den Prof Dr Murat Akova'yı, Dokuz Eylül’den Prof Dr Cem Terzi'yi izleyebildik. Kanımca çok güzel açıklamalarda bulundular, halka neden sistemin yürümeyeceğini, neyi neden reddettiğimizi anlattılar.
Durumu tam bir açıklıkla anlattılar: "Para hastayla hekimin arasına bu denklemle girerse doktor 7-8 saat sürebilen riskli ameliyatlarını azaltır, aynı parayı 15-20 dakikada alacağı, günde birkaç tane yapabileceği, hem de risksiz fıtık ameliyatını tercih edebilir. Hastane hastası için gereken tetkikleri tamı tamına yaptırırsa kendine düşen paranın azalacağını bildiğinden daha az tetkik yapıp daha körleme çalışma eğiliminde olabilir. Biz bunu istemiyoruz, biz nitelikli hizmet vermek, hizmetimiz karşılığında hakkımızı almak, tüccar olmamak istiyoruz."
Fikret Bila'nın sorusuna takıldım ben asıl. Anlatılan bu olasılıklara şaşırmış gibi "bu tür bir karar verebilen doktor var mı yani?" diye sordu. Cem Bey bu "yorumu içinde saklı" soruyu ustalıkla bilimsel verilerle yanıtlayıp, ne yazık ki eğilimin bu yöne gittiğini anlattı. Soruya takıldım, çünkü bu tarz sorular (ve refleksif olarak verilen savunucu yanıtlar) hekime karşı bir cephe yaratmaktan, iki tarafı daha da polarize ederek karşı karşıya getirmekten başka ise yaramaz. Bu soruyu sormak da, bana göre, hekimin etik ilkelerini, neredeyse ahlakini sorgulamaktan başka bir şey değildir.
Soru fazlasıyla saçma. "bu tur bir karar verebilen doktor var mı yani?" Neden olmasın ki, doktor insan değil mi? Kim olsa ayni karar ikileminde kalmaz mı, yanılıp da ya da yorulup da diğerini seçmez mi? başka mesleklere uyarlayalım soruyu, diyelim ki "çok daha ucuza İngiltere’den ithal etleri alıp satmak ile daha zahmetli, üstelik de alisi ilkine göre çok daha pahalı yerli üretim eti alıp satışta ayni parayı kazanmak" olsaydı mesele. "ucuza niteliksiz eti alıp ayni fiyata satıp daha çok kar edecek yönde karar verebilen kasap var mı yani?" olsaydı soru, "olmaz mı yani, nasıl soru bu?" Demez miydik?
Etik tartışmalı bir konudur. Her insan ama her insan, etik ilkelerini yıkma potansiyeline sahiptir. Konu hayatta kalmakla ilgili değilse, etik olmak kolaydır. Oysa her insan "ölüm kalım " savaşında elinde olmaksızın kendini düşünür. Yoksa yasayamaz. (Soluğumu tutayım dediğinizde ne kadar iradeli olsanız da, yaşam içgüdünüz artan beyin CO2 düzeyi aracılığıyla size refleks olarak soluk aldırır). Yaşamının riske girdiğini düşündüğü an insan, içgüdüsel olarak ne etik kalır ne bir şey. Mesela olmaz ya, düşmekte olan bir uçakta iki kişi ve elde tek paraşüt olsun, hiç bir insanoğlu "istirham ederim, siz buyurun paraşütü, ben oleyim" demez.
Farklı koşullar ve durumlarda aynı olayın etik bulunurluğu da farklıdır. Örneğin, ilk sahnede, bir kadının, mesleği bu değilken, sırf para için patronuyla bir gece geçirmesi son derece etik dışı bulunabilir. İkinci sahnede bu kadının aslında o adama deli gibi aşık olduğunu öğrenirsek, hem de bunu çok zorlanarak gözyaşlarıyla yaptığını bilirsek durumun etik değeri değişir. Hele diğer sahnede bir de meğer o para ölmek üzere olan bir evladın hayatını kurtarmak içinmiş ise, kadına merhamet duyar, hatta severiz bile. E sevdik de malum dizide. Önümüze konan etik çatışmada arada kaldık, günlerce tartıştık, bir hakli dedik bir haksiz. Ama sevdik. Çünkü insanin varlığını tehdit eden bir durumda karar koşullara, duygulara, akla, vicdana, bağlama göre verilir. Her insan benzer zor yol ayrımlarına gelebilir, karar anında duyguları aklıyla çatışabilir, çelişkiye düşebilir, aklı çelinebilir. Karar anında, yani kriz durumunda insana etik ilkeleri ile akli farklı şeyler telkin edebilir.
Bugün hekimler ise buna benzer bir yol ayrımına, ikileme zorlanıyor. Hekim insandır, insani zaafları vardır, peygamber değildir. Hekimler de sorgular insani değerlerini. Mesleği onuru olan, yemininde verdiği söze sadakatle bağlı bir hekim için bu sorgulama, bu ikilem dayanılmazdır. Hiç bir gücün, bir hekimi etik ilkelerim mi yoksa para mı?"Hastaya daha özenli zaman ayırmak mı evdeki çocuğuma kışlık giysi almak mı? şu hastalara "yapılsa iyi olur" bir tetkiki yaptırmak mı, yoksa yaptırmayıp ay sonunda "olmazsa olmaz " kira borcunu kapatmak mı? ikileminde bırakmaya hakki yoktur.
Hekim insani zaaflarına karşı direnmeyi bilen, etik değerleri güçlü -çünkü yıllarca yemin edeceği anı hayal edip, sonunda o yemini inançla etmiş- biridir. Son sınıra kadar etik davranmaktan başka seçeneği yoktur. Ancak yaşam standardı düştükçe, hak ettiği geliri almadıkça, şartlar onu bu yönde iteledikçe bu siniri zorlamakta haklidir. Hiç kimsenin, doktor olsun olmasın, bir insani bilerek ve isteyerek etik bir ikileme maruz bırakmaya hakki yoktur.
Bu "reformcu" uygulamalar sürdükçe, hekimler hak ettiklerini almak için birlikte hareket etmedikçe, eyleme geçmedikçe bu akşamki gibi sorular sorulacak, hayatta kalmak için paraya gereksinimi olan sağlık çalışanları insanüstü çalışacak, hastalar yorgun bedenler ve beyinlerden hizmet alacak, komplikasyonlar artacak, hasta aldığını sandığı hizmetin kendisi yüzünden yaşamını yitirecek, saflar iyice gerilecek, durumu kendi tarafından gören hasta, öfkesine yenik düşecek, son yıllarda hızla arttığı gibi hekime şiddet artacaktır.
Bugün biz o 35.000 kişi, bunları öngördüğümüz için, bildiklerimizi henüz göremeyenlere de anlatabilmek için Ankara’daydık. Bugün etik ilkelerimize sahip çıktığımız için, vicdani bir ikilemde kalmamak için Ankara’daydık. Hekimlik onurumuz için Ankara’daydık. Verdiğimiz sözden dönemeyeceğimizi bildiğimiz için Ankara’daydık. İnsan olduğumuzun bilinciyle, insanların sağlığı ve geleceği için bir aradaydık.
Doktor ne demek? Doktor sözüne sadık insan, ancak herkes gibi insan demek.
"Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Bu okulun 17 Şubat 1839’da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş. Eğitim dili Fransızca olmuş ve öğrenci alınmaya başlanmış. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmış. Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış. 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçeleşmiş. 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası’na taşınmış. 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış. Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903’te taşınılmış. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi olmuş. 1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dâhil olmuş. Peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş. Derken bugünlere gelinmiş...
Tıp Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlandı. Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.
Tüm sağlık mensubu BALDAŞ’ların "14 Mart Tıp Bayramı ve Sağlık Haftası“ kutlu olsun.....
|
|
|