Şifre: Şifremi Unuttum
     
Üyelik
  Web Üyeliği
  Kullanım Kuralları
Balmed Hakkında
  Tüzük
  Bize Ulaşın
  Yönetim Kurulu
  Dernek Üyeliği
Kariyer
 
  Kariyer Alanı
Alışveriş
  Mağaza
İlan Panosu
  Emlak
  Vasıta
  Eşya
  Özel Ders
  Diğer



ANILAR
YENİ ASIR 4 HAZİRAN 1982 CUMA
BİNBAŞI'DAN HABER VAR
"NEWYORK - GELİBOLU KÜREKLE"
CUMHUR AYDIN'79
"KAYBOLUYORSUN"

14 MART TIP BAYRAMI ve SAĞLIK HAFTASI
Tüm sağlık mensubu BALDAŞ’ların "14 Mart Tıp Bayramı ve Sağlık Haftası“ kutlu olsun. Ayşegül Sütçü Yıldırım'86 nın "Dr Ne Demek" yazısı...

Tıp bayramını kutlamaya dün başladık :)

Tarihimizdeki en büyük sağlık mitinginden döndüm. Yorgun, güneşten yanmış, 
coşkulu ve üzerine düşeni yapmış biri olarak çok huzurluyum. "Çok ses", sağlığın 
her alanından emekçilerin sesleri "Tek yürek"ti Sıhhıye´de. Buna şahit 
olabildiğim için çok mutluyum.
"Doktorlar için azaltılmış numune" gibi "Doktorlar için azaltılmış resmi 
katılımci sayısı" bile 22.000 olarak açıklanan mitingde -göz var izan var- en az 
35.000 sağlık çalışanıydık.


Sağlık Bakanlığının önünde, sağlıktaki incelikli aldatmacanın ardında gördüğümüz 
gerçekleri açıkladık, Hipokrat yeminimizle verdiğimiz nitelikli hizmet sunma, 
hastaya zarar vermeme, mesleğimizi etik ilkelerle uygulama ve kötüye kullanmama 
sözümüzü geri almayacağımızı bir ağızdan bildirdik. Hedeflerimizi gösterdik, 
kaygılarımızı anlattık, birbirimize olan güvenimizi sağlamlaştırdık, coşkuyla 
şarkılarımızı söyledik...

Dayatılan performans sisteminin doktor ile hasta arasına para’yı sokarak, işi 
bir pazarlık mantığına dönüştürdüğünü anlattık. Matah bir uygulamaymış gibi tek 
yönlü bakılan sistemin gerçeklerini anlattık.

Reformun savunucularına göre son 5 yıldır süregelen bu sistemde hasta hızlı ve 
ulaşılır bir sağlık hizmetine kavuşmuş. Bize göre ise hasta çok niteliksiz bir 
hizmete mahkûm edildi. Denklem ters orantılı, üstelik de baktığın açıya göre 
anlamı değişiyor. Doktor açısından birim zamanda daha fazla hasta daha fazla 
para demek. Hasta açısından birim zamanda daha fazla hasta verilen hizmetten ona 
düşen daha az pay demek.

Bana göre Performans sistemiyle doktora verilen mesaj şöyle:
"Fakirlik sınırının üzerinde para almak istiyorsan "şipşak" sağlık hizmeti sun. 
Eğitime ayırdığın süreyi azalt, olsun asistan değiller mi, daha çok çalışır gene 
öğrenirler.
Bilimsel araştırma işini bırak, bilim falan hikâye, -zaten Allah’ın verdiği canı 
Allah alır- boşuna debelenme. Hem bak bir sürü böyyük ülke "bilim" yapmış, 
uğraşmış yıllarca, yormuş kendini, kendince sonuçlar almış, yeni tedaviler, yeni 
ilaçlar bulmuş. E ne oldu, işte bal gibi bize de satıyorlar. Aynı tedaviyi biz 
oturduğumuz yerden (pahalı mahalı) alıyoruz, bilime ne gerek var?
Seri hizmet üretimine geçersen daha fazla hastan olur, yok her hastaya hak 
ettiği gibi en az 20 dakikayı ayırayım diyorsan, birim zamanda bakacağın hasta 
sayısı azalır.
Daha az hastaya bakarsan sana vaad ettiğimiz parayı alamazsın (aslında gerçekçi 
bakarsan o parayı alacak kadar asla çalışamayacaksın, ama olsun tavşan vaad etmek 
gerekir ki tazı koşsun), evini nasıl geçindireceğini, eğitim masrafını nasıl 
karşılayacağını, çocuklarını nasıl büyüteceğini kendin düşün. Zaten hastaneye, 
işyerine kazandırmak için de bunu yapmalısın. Çünkü bu reformla öyle bir rekabet 
sistemi kurduk ki rakibinle aynı silahlarla savaşmazsan yok olursun, isinden 
olursun."

Bugün telefon eden yakınlarımın verdikleri gönül desteğinden sonraki cümleleri 
eylemi hemen hiç bir TV kanalının vermediğiydi. Neyse ki, dönüş yolunda 
CNN Türk’te eylem görüntülerini değilse de TTB başkanımız Dr Eriş Bilaloğlu'nu, 
Hacettepe'den Prof Dr Murat Akova'yı, Dokuz Eylül’den Prof Dr Cem Terzi'yi 
izleyebildik. Kanımca çok güzel açıklamalarda bulundular, halka neden sistemin 
yürümeyeceğini, neyi neden reddettiğimizi anlattılar.

Durumu tam bir açıklıkla anlattılar:
"Para hastayla hekimin arasına bu denklemle girerse doktor 7-8 saat sürebilen 
riskli ameliyatlarını azaltır, aynı parayı 15-20 dakikada alacağı, günde birkaç 
tane yapabileceği, hem de risksiz fıtık ameliyatını tercih edebilir. Hastane 
hastası için gereken tetkikleri tamı tamına yaptırırsa kendine düşen paranın 
azalacağını bildiğinden daha az tetkik yapıp daha körleme çalışma eğiliminde 
olabilir. Biz bunu istemiyoruz, biz nitelikli hizmet vermek, hizmetimiz 
karşılığında hakkımızı almak, tüccar olmamak istiyoruz."

Fikret Bila'nın sorusuna takıldım ben asıl. Anlatılan bu olasılıklara şaşırmış 
gibi "bu tür bir karar verebilen doktor var mı yani?" diye sordu. Cem Bey bu 
"yorumu içinde saklı" soruyu ustalıkla bilimsel verilerle yanıtlayıp, ne yazık 
ki eğilimin bu yöne gittiğini anlattı.
Soruya takıldım, çünkü bu tarz sorular (ve refleksif olarak verilen savunucu 
yanıtlar) hekime karşı bir cephe yaratmaktan, iki tarafı daha da polarize ederek 
karşı karşıya getirmekten başka ise yaramaz.
Bu soruyu sormak da, bana göre, hekimin etik ilkelerini, neredeyse ahlakini 
sorgulamaktan başka bir şey değildir.

Soru fazlasıyla saçma. "bu tur bir karar verebilen doktor var mı yani?"
Neden olmasın ki, doktor insan değil mi?
Kim olsa ayni karar ikileminde kalmaz mı, yanılıp da ya da yorulup da diğerini 
seçmez mi?
başka mesleklere uyarlayalım soruyu, diyelim ki "çok daha ucuza İngiltere’den 
ithal etleri alıp satmak ile daha zahmetli, üstelik de alisi ilkine göre çok 
daha pahalı yerli üretim eti alıp satışta ayni parayı kazanmak" olsaydı mesele. 
"ucuza niteliksiz eti alıp ayni fiyata satıp daha çok kar edecek yönde karar 
verebilen kasap var mı yani?" olsaydı soru, "olmaz mı yani, nasıl soru bu?" 
Demez miydik?

Etik tartışmalı bir konudur.
Her insan ama her insan, etik ilkelerini yıkma potansiyeline sahiptir. Konu 
hayatta kalmakla ilgili değilse, etik olmak kolaydır. Oysa her insan "ölüm kalım 
" savaşında elinde olmaksızın kendini düşünür. Yoksa yasayamaz. (Soluğumu 
tutayım dediğinizde ne kadar iradeli olsanız da, yaşam içgüdünüz artan beyin CO2 
düzeyi aracılığıyla size refleks olarak soluk aldırır). Yaşamının riske 
girdiğini düşündüğü an insan, içgüdüsel olarak ne etik kalır ne bir şey.
Mesela olmaz ya, düşmekte olan bir uçakta iki kişi ve elde tek paraşüt olsun, 
hiç bir insanoğlu "istirham ederim, siz buyurun paraşütü, ben oleyim" demez.

Farklı koşullar ve durumlarda aynı olayın etik bulunurluğu da farklıdır.
Örneğin, ilk sahnede, bir kadının, mesleği bu değilken, sırf para için 
patronuyla bir gece geçirmesi son derece etik dışı bulunabilir. İkinci sahnede 
bu kadının aslında o adama deli gibi aşık olduğunu öğrenirsek, hem de bunu çok 
zorlanarak gözyaşlarıyla yaptığını bilirsek durumun etik değeri değişir. Hele 
diğer sahnede bir de meğer o para ölmek üzere olan bir evladın hayatını 
kurtarmak içinmiş ise, kadına merhamet duyar, hatta severiz bile.
E sevdik de malum dizide. Önümüze konan etik çatışmada arada kaldık, günlerce 
tartıştık, bir hakli dedik bir haksiz. Ama sevdik. Çünkü insanin varlığını 
tehdit eden bir durumda karar koşullara, duygulara, akla, vicdana, bağlama göre 
verilir. Her insan benzer zor yol ayrımlarına gelebilir, karar anında duyguları 
aklıyla çatışabilir, çelişkiye düşebilir, aklı çelinebilir. Karar anında, yani 
kriz durumunda insana etik ilkeleri ile akli farklı şeyler telkin edebilir.

Bugün hekimler ise buna benzer bir yol ayrımına, ikileme zorlanıyor.
Hekim insandır, insani zaafları vardır, peygamber değildir. Hekimler de sorgular 
insani değerlerini. Mesleği onuru olan, yemininde verdiği söze sadakatle bağlı 
bir hekim için bu sorgulama, bu ikilem dayanılmazdır.
Hiç bir gücün, bir hekimi etik ilkelerim mi yoksa para mı?"Hastaya daha özenli 
zaman ayırmak mı evdeki çocuğuma kışlık giysi almak mı? şu hastalara "yapılsa 
iyi olur" bir tetkiki yaptırmak mı, yoksa yaptırmayıp ay sonunda "olmazsa olmaz 
" kira borcunu kapatmak mı? ikileminde bırakmaya hakki yoktur.

Hekim insani zaaflarına karşı direnmeyi bilen, etik değerleri güçlü -çünkü 
yıllarca yemin edeceği anı hayal edip, sonunda o yemini inançla etmiş- biridir. 
Son sınıra kadar etik davranmaktan başka seçeneği yoktur. Ancak yaşam standardı 
düştükçe, hak ettiği geliri almadıkça, şartlar onu bu yönde iteledikçe bu siniri 
zorlamakta haklidir. Hiç kimsenin, doktor olsun olmasın, bir insani bilerek ve 
isteyerek etik bir ikileme maruz bırakmaya hakki yoktur.

Bu "reformcu" uygulamalar sürdükçe, hekimler hak ettiklerini almak için birlikte 
hareket etmedikçe, eyleme geçmedikçe bu akşamki gibi sorular sorulacak, hayatta 
kalmak için paraya gereksinimi olan sağlık çalışanları insanüstü çalışacak, 
hastalar yorgun bedenler ve beyinlerden hizmet alacak, komplikasyonlar artacak, 
hasta aldığını sandığı hizmetin kendisi yüzünden yaşamını yitirecek, saflar 
iyice gerilecek, durumu kendi tarafından gören hasta, öfkesine yenik düşecek, 
son yıllarda hızla arttığı gibi hekime şiddet artacaktır.

Bugün biz o 35.000 kişi, bunları öngördüğümüz için, bildiklerimizi henüz 
göremeyenlere de anlatabilmek için Ankara’daydık.
Bugün etik ilkelerimize sahip çıktığımız için, vicdani bir ikilemde kalmamak 
için Ankara’daydık. Hekimlik onurumuz için Ankara’daydık. Verdiğimiz sözden 
dönemeyeceğimizi bildiğimiz için Ankara’daydık. İnsan olduğumuzun bilinciyle, 
insanların sağlığı ve geleceği için bir aradaydık.

Doktor ne demek?
Doktor sözüne sadık insan, ancak herkes gibi insan demek.



 

"Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.

 

 

 

Bu okulun 17 Şubat 1839’da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş. Eğitim dili Fransızca olmuş ve öğrenci alınmaya başlanmış. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmış. Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış. 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçeleşmiş. 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası’na taşınmış. 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış. Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903’te taşınılmış. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi olmuş. 1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dâhil olmuş. Peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş. Derken bugünlere gelinmiş...

 

 

 

Tıp Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlandı. Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.

Tüm sağlık mensubu BALDAŞ’ların "14 Mart Tıp Bayramı ve Sağlık Haftası“ kutlu olsun.....
                                                                           
 
 

 

 

<<< geri
 
eNroll® CM
BALMED, İzmir Koleji ve Bornova Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği 2018