ST PETERSBURG
Moskova´dan Rus yapımı bir uçakla yaklaşık 1 saatlik bir uçuştan sonra
Rusya´nın 2.ci büyük kenti St Petersburg´a indik.
Rus yapımı bir uçakla hayatımızda ilk kez uçtuğumuz için oldukça
korktuğumuzu belirtmeliyim.Hemen hiçbir konforu olmayan ve sürekli
sallanan,takırdayan bir uçaktı.Uçak fobisi olanlar bu uçuşu denememeli diye
düşünüyorum.
Moskova´ya göre çok daha kuzeyde bulunan bu kent Baltık Denizine kıyısı
olan yaklaşık 40 tane adacık üzerine kurulmuş,içinden nehirler ve
kanallar geçen şahane bir şehir.Biz Mayıs başında gittik ve kent dünyanın en
kuzey paralellerine yakın olduğu için hava akşam 22:30 sularında kararıyordu. 1-2 ay sonra neredeyse hava sabaha kadar aydınlık kalıyormuş ve
Dostoyevski´nin bir romanına adını veren meşhur "Beyaz Geceler "bu
Dönemde yaşanıyormuş.
Moskova ne kadar soğuk,kasvetli,gri ve sevimsiz idiyse St Petersburg tam
tersi bir şehir.Cıvıl cıvıl,ışıl ışıl şahane ve görkemli mimarisi ile
dikkat çeken ,son derece özenli,düzenli bir kent.İçinden geçen devasa
"Neva Nehri" ve onun çeşitli kollarının uzandığı kanallar ile şehrin kimi
bölümleri Venedik´i andırıyor.Bu nehir bizim şehri gezdiğim ilk gün
buzlar içindeydi.Tüm nehrin üzerinde geniş bu parçacıkları salınıyordu.Son
günlerde bu buzlar eridi,çünkü şansımıza St Petersburg´da kaldığımız her 3 gün de hava güneşliydi.
Bu güzel kenti 1703 yılında Osmanlıların "Deli" Rusların ise "Büyük"
Olarak nitelediği Çar 1. Petro kurmuş.Bu sebeple şehrin adı St Petersburg.Bir
Ara Petrograd olarak anılmaya başlanmış.1924´de Lenin´in ölümünün ardından
Leningrad olarak anılan kent komünizm yıkıldıktan sonra yeniden eski
İsmi olan St Petersburg´a kavuşmuş.Rakımı 0 olan ve Neva nehrinin üzerindeki
40 küsür adacık üzerine planlı bir şekilde inşa edilen şehre o dönemde tüm
Avrupanın en önemli ve ünlü mimarları davet edilmiş Petro tarafından.Yıllar
süren çalışmalarla,köprüler ,kaleler,saraylar,hükümet binaları,heykeller,dev katedraller inşa ettirmiş Petro. Özellikle katedraller Roma´daki Katolik mimari baz alınarak yapılmış.Pek çok eser Avrupa mimarisinin kopyası. Dolayısıyla Petro tüm Rusya´yı her anlamda bir Avrupa ülkesi yapmayı kafasına koymuş bir lider olarak St Petersburg´u model kent olarak inşa ettirmiş. Bu yüzden günümüzde Moskova bir doğu kenti havasındayken St Petersburg her anlamda bir Avrupa şehri görünümünde.Her 2 kentte de gecekondu denen garabet yapılara hiç rastlamadık.Sadece komünizm döneminden kalan çok katlı sosyal konutlar şu anda oldukça bakımsız durumda.
St Petersburg´un girişinde Moskovskaya caddesi var.Bu cadde kilometrelerce
devam ediyor.Caddenin her 2 tarafında yüzlerce tarihi bina var ve
neredeyse tüm binalarda şu anda restorasyon ve temizlik çalışmaları vardı.Kenti baştan aşağıya restore ediyorlar.Sanırım bundan sonra sıra halkın
oturduğu apartmanların çehrelerini düzeltmeye de gelir.
1703´de Petro kenti kurmuş ve ardından 200 küsür yıl boyunca Rusya´nın
başkenti olmuş St Petersburg.Ta ki 1917 devrimine kadar.1917 devriminden
sonra başkent tekrar Rusya´nın ortasındaki Moskova´ya taşınmış.Aynı
Türk Devriminden sonra başkentin İstanbul´dan Ankara´ya taşınması gibi. Hem
Moskova´da hem de St Petersburg´da caddeler ve kaldırımlar çok geniş.Ancak
araç sayısı çok fazla olduğu için trafik her 2 şehirde de oldukça
sıkışık.
Bu kentteki ilk günümüzde panoromik şehir turunun yanısıra 1917
Devrimini başlatan "Aurora Kruvazörünü" gördük.
Bu kruvazörden atılan top atışları ile Çarlık Sarayı Hermitage vurulmuş
Ve devrim başlamış. Yapımı tam 40 yıl süren,tanesi 120 ton ağırlığında
Yekpare granitten oluşan onlarca sütunun üstünde yükselen çok büyük bir
Katedral olan "Aziz İsak" katedrali belki de dünyanın en görkemli 2-3 katedralinden bir tanesi .Tam karşısındaki Çar 1.Nikola´nın bronzdan yapılan heykeli ve nerdeyse heykel kadar güzel olan kaidesi gezdiğimiz ve önünde fotoğraf çektirdiğimiz diğer bir alandı.
2.ci gün Çarlık arazilerinden birisi olan Puşkin´e gittik.Bu kasabada aynı
zamanda ünlü Rus Edebiyaçısı Puşkin´in öğrenim gördüğü lise bulunuyor,bu
sebeple kasabanın ismi Puşkin olarak kalmış.Aynı zamanda Çar ailesinin
yazlık sarayı bulunuyor burada. 2.ci Dünya Savaşı esnasında Alman işgali
altında kalan bu bölgede Almanlar 3 yıl boyunca bu muhteşem sarayı karargah
olarak kullanmış ve oldukça tahrip etmiş.Savaş sonrası yeniden restore
edilen saray tekrardan müze olarak ziyarete açılmış. 2.ci Dünya Savaşında
1941-1944 yılları arasında Ruslar çok kayıp vermişler.Rehberin anlattığına göre 26 milyon Rus ölmüş.Bunların sadece 8 milyonu askermiş.Geri kalanı
sivilmiş. Ölü sayısı biraz abartılı bir rakam gibi görünse de 2.ci Dünya
Savaşının etkileri Rusya üzerinde çok derin izler bırakmış.Hemen her yerde
bu savaşa ilişkin anıtlar bulunuyor.Öğle yemeğini Çar ailesinin fertlerinden birisinin yaşadığı bir başka sarayda yedik.
3.cü ve son gün dünyanın en büyük ve görkemli müzelerinden birisi olan
Hermitage müzesini gezdik.Burası aynı zamanda Çar ailesinin yaşadığı
Kışlık saray. Tam 2000 adet odası olan nehir kıyısındaki bu dev yapı gezmekle
bitecek bir müze değil.
Biz 100 küsür odasını tam 4 saatte gezdik gerisini siz hesaplayın. Her
odada 70 yaşlarında teyzeleri oturtmuşlar eserlerin başına.Kendilerini
korumaktan aciz yüzlerce nine bu odalarda tüm gün ceset gibi oturup para
kazanıyorlar.Aslında düşündüğünüzde bu işi onlardan başkası da yapamaz.
Her odada bir sandalye ve sandalyede oturan 70-80 yaşlarında nineler çok
enteresan görüntülerdi. Ancak hele bir flaş patlatarak fotoğraf
çekmeye kalkın ya da tablolara biraz yaklaşın o yaşlı insan birden ayağa fırlayıp seni doğduğuna pişman edecek şekilde sana bağırmaya başlıyor.
Böyle bir ihtişam ve bu kadar çok sayıda sanat eseri inanın beklemiyordum.Neye uğradığımı şaşırdım.Özellikle son Çar 2.ci Nikola(Devrimde öldürülen) resme oldukça meraklıymış ve dünyanın ne kadar ünlü ressamı varsa hemen hepsinin en önemli eserlerini koleksiyonuna katmış. Leonardo Da Vinci´den ,Michalengelo´ya ,Picasso´dan Matisse´e,Van Gogh´dan Rembrant´a ,Cloud Monet´den Van Dyck´a kadar yüzlerce orijinal Ve paha biçilmez tablo , adeta resim ve ressam tarihi burnunuzun dibinde yeralıyor.
Picasso ´nun sadece bir kısım eseri İstanbul´da sergilendi diye koparttığımız fırtınayı düşününce Hermitage´ın ne tarz bir büyüsü olduğunu sanırım anlamışsınızdır. Daha Roma ve eski Mısır eserlerinin sergilendiği odaları gezmeye fırsatımız olmadı,bir kez daha gidersek ancak diğer bölümleri de görebiliriz.Yine rehberin anlattığına göre Hermitage´da sergilenen
3 milyon parça eserin herbirini görmek isteyen bir turist haftalarını
hatta aylarını bu müzede geçirse ancak gezebilirmiş.
Her 3 günde de tüm boş zamanlarımızı kentin en işlek ve güzel caddesi
Olan "Nievski Bulvarında" dolaşıp,alışveriş yaparak ya da herhangi bir
cafe-bar da votka içerek geçirdik.Bu dolaşmalar esnasında gördüğümüz dünyanın en güzel kadınlarını aşağıdaki bölümde etraflıca anlatacağım.
YEME-İÇME-EĞLENCE KÜLTÜRÜ
Rusya´da gittiğiniz her lokantada,her barda hatta her tarihi mekanda
ceketinizi çıkartıp vestiyere vermek zorundasınız,"vermek istemiyorum"
gibi bir alternatif kabul etmiyorlar.Turizme daha yeni yeni alıştıkları için
bizden bu konuda oldukça geriler.Pek çok garson,pek çok görevli tek
kelime İngilizce bilmiyor.Aynı durum taksicilerde de geçerli.
Durum böyle olunca herhangi bir Rusla herhangi bir konuda iletişim
Kurmak neredeyse imkansız hale geliyor.
Bazı geceler allahtan Azeri taksicilere denk geldik de derdimizi
anlatabildik. Özellikle St Petersburg´da kaçak çalışan çok sayıda Azeri
var.Bizi görünce çok iyi ve sıcak davranıyorlar.Hatta bir gece kulübünde
vestiyerle kavga çıktı da imdadımıza Azeri mafyasından 2-3 soydaşımız
yetişti:)))Meğer bu Azerilerin büyük çoğunluğu St Petersburg´da gece
kulüplerinden haraç alıyorlarmış ve oraya da haraç almaya gelmişler.İçerde Türkler olduğunu duyunca durup 2 bira içmişler. Vukuat çıkar çıkmaz da müdahale ettiler.Dünyanın bir ucunda Türk dayanışması hoşumuza gitmedi değil.
Rusya´da yeterli sayıda taksi yok ancak herhangi bir Rus vatandaşın
arabasına el ettiğinizde mutlaka duruyorlar.Çok ilginç bir durum ama bunu
bir ek gelir aracı yapmışlar.Gideceğiniz yeri tarzanca tarif ediyorsunuz
şöför de size bir fiyat söylüyor,anlaşırsanız hiç tanımadığınız Rus vatandaşın arabasına binip gideceğini yere hareket ediyorsunuz.Benzin Türkiye´deki fiyatın nerdeyse 1/3 ü olduğu için vatandaşın buradan kazandığı her ruble yanlarına kar kalıyor. Ancak güvenlik açısından özellikle tek başınıza bu tip bir araca binmeniz önerilmiyor.
Restaurantlarda su bile istesiniz anlamıyorlar,illa Rusça söylemeniz
gerekiyor ya da tarzanca el işaretleriyle falan anlaşıyorsunuz.Bu konuda
daha çok yol katetmeliler.Ayrıca turiste karşı güleryüz ve misafirperverlik
olayının sadece Türklere özgü bir durum olduğunu artık anlamış bulunmaktayım.Çünkü hangi ülkeye gittiysem hizmet sektöründe çalışanlar
turiste güleryüzlü ve anlayışlı davranmıyorlar.Özellikle Rusya´da nerdeyse
suratları sirke satıyor servis elemanlarının.
Yemekleri bizim yemeklerimizle kıyasladığınızda her ülkede olduğu gibi
yetersiz kalıyor.Dünyanın en mükemmel mutfağı bence bizim kendi mutfağımız.
Rusya´da bulunduğumuz 5 gün boyunca her öğle ve akşam yemeğinde ilk önce
"Borç Çorbası" diye bir çorbaları var onu getirdiler ve her seferinde
tabaklarda kaldı çorbalar.Lahana ile yapılan ,üstüne krema dökülen garip
bir çorba.Sadece tek çeşit çorbaları var o da bu. Et yemekleri nisbeten
lezzetli.Bir de mantarı çok seviyorlar ,hemen her yemekte mantar sosu
kullanıyorlar.Biraları ve şarapları çok iddialı değil.Ancak Votka konusunda
dünyada 1 numara oldukları kesin.Türlü çeşitte belki 100 çeşit ve marka
Votkaları var. Bizim Türkiye´de iyi bildiğimiz "Smirnoff"´a burun kıvırıyorlar,"Absolut"u ise votkadan bile saymıyorlar. "Russian Standart"
isimli votka hemen her barın favori ve banko votkası,genelde onu tavsiye
ediyorlar.Ancak fiyat olarak çok daha pahalı ve çok daha iddialı votkaları
da var. Ayrıca Ruslar genellikle votkayı sek içmeyi seviyorlar.Bizim gibi
meyve suyu ile karıştırana pek rastlamadım.
Shot bardaklarına önceden çok iyi soğutulmuş kalite votkayı doldurup tek
seferde dikiyorlar.Bir kısmı yanında bira içiyor. Yani bir votka shot bir bira şeklinde takılıp bir süre sonra zom oluyorlar.
Eğlence hayatı oldukça renkli.Moskova´da 1980 Olimpiyatları için yapılmış
devasa bir otelde kaldık ismi "Cosmos" Bu otelin tam 1777 odası var biz ordayken hepsi doluydu. Durum böyle olunca otelin içinde her türlü aktiviteyi
koymuşlar.Casino´sundan,barına,striptiz kulübüne kadar otelin içinde herşey var.Ayrıca Moskova geceleri çok güvenli olmadığı için otelde takılmak daha cazip gedli. Önce Casino´da takıldık ardından barda ve en son otelin içindeki meşhur Striptiz kulüp"Solaris"´e indik. Bu kulüpte birbirinden güzel Rus kızları çırılçıplak kalana kadar sahnede striptiz şov yapıyorlar.
Daha sonra yine sahne üzerinde türlü fantezi şovlarla devam ediyorlar(Lezbiyen ve sado-mazo şovlar) Aynı zamanda sahneden inip gözlerine kestirdikleri(Genelde sahneden göz kontağı kuruyorlar) müşterilerin yanına gidip türlü içkiler ısmarlatıyor,adamları soyup soğana çeviriyorlar.Genelde bu kadınlara hayır demek oldukça zor,çok güçlü bir iradeye sahip olmak gerekiyor, çünkü gerçekten De dünyanın en güzel yaratıkları. Daha sonra isteyen müşterileri özel odalara alıp bu sefer "private dance" yapıyorlar.Tabi tüm bunlar size 100-200 $´a maloluyor.
St Petersburg´un eğlence hayatı ise Moskova´ya göre çok daha keyifli.Hemen
her barda birbirinden güzel yarı çıplak Rus dansçı kızlar barın
tepesinde yani burnunuzun dibinde dans ediyor.Buralarda fotoğraf çekmek
yasak.Ancak bizim Türk grubu bu dansçı kızlara öyle çok para taktı ki mecburen bir dolu fotoğraf çekimine izin verdiler.Bizde dansöze para takma geleneği var
ya,adamlarda böyle bişey yok.Kızlar saatlerce barın tepesinde hiç
durmadan seksi şekilde dans ediyorlar.Kimsenin para falan taktığı yok.Ancak bizim grup bir para takma yarışına girdi,kızların da doğal olarak çok hoşlarına gitti ve daha çok motive olup çılgınlar gibi dansettiler.Bu barlardan "Tribunal"isimli kulüp favori mekan.
Bu mekana hemen her gece gittik ve bize sürekli Türkçe müzik çaldılar.
Özellikle Tarkan´ı ve Mustafa Sandal´ı hemen her yerde çalıyorlar.Ancak
Tribunal´de bizi şaşırtan Emrah´ın bir dönem meşhur olan "Benim Narin Narin
Yarim"isimli parçasını Rusların çok sevmesi ve her gece bu parçayı çalmaları oldu.Yani Rusya´da 5 gece boyunca gittiğimiz mekanlarda Tarkan,Mustafa Sandal ve enteresan biçimde Emrah dinledik.
Şehrin en büyük ve en meşhur kulüplerinden "Metro" isimli gece kulübünde
yaş ortalaması 15-20 arasında değişiyor.
Her gece yaklaşık 1500 kişi dans ediyor. Tuvaletlere yakın bölümlerde
duvarda asılı televizyonlarda porno filmler yayınlanıyor.Mekandaki
kalabalığın %70-80´i kızlardan oluşuyor.Zaten çok ilginç biçimde St
Petersburg´da sokakta yürüyen her 4 kişiden 3 tanesi kız.Bu durumu
Rehbere sorduğumuzda gerçekten de St Petersburg´daki kadın -erkek dağılımının
%60 kadın -%40 erkek civarında olduğunu belirtti ve" burası erkek
turistler için bir cennet" dedi.Sokaklarda sürekli yüzünüze bakıp gülen muhteşem kızlar var.Barlarda kızlarla iletişim kurmakta hatta dans etmekte hiç
bir zorluk yok,hemen yanınıza geliyorlar zaten. Bu bahsettiğim kızlar
fahişler değil yanlış anlaşılmasın bunlar normal kızlar ,yapıları böyle,inanılmaz rahatlar hiç kasıntı değiller. Hemen hepsinde 1 karış minietek var.Kot pantolon giyenlerin sayısı oldukça az.Sadece barlarda değil,sokaklarda
da çok kısa mini eteklerle dolaşıyorlar. Hepsinin boyları 1,70-1,80
arası,ve aralarında hiç obez yok.Yine ilginç bir gözlemimiz St Petersburg´da hiç travesti görmeyeşimizdi.Evet onca mekan gezdik bir tek homoseksüele
rastlamadık."Bu kadar güzel kadının arasında homoseksüele kim bakar?"
türünden bir kanı oluştu bizim grupta.
Yine erkek striptizcilerin da dans ettiği gemi şeklinde bir gece kulübü
Ve pek çok masaj salonu mevcut .
Özellikle Nievski Bulvarı üzerinde yeralıyor tüm bu eğlence mekanları.Aynı
cadde üzerinde oteller ve Casino´larda var.
Eğer St Petersburg´a gidecekseniz kaldığınız otelin Nievski Bulvarı
yakınında olmasına özen gösterin.Çünkü bizim kaldığımız otel buraya
biraz uzaktı .Bu sebeple her gece taksiye binmek zorunda kaldık.Ayrıca gece
belirli saatlerden sonra köprüler gemi geçişi için kalkıyor ve sabaha
kadar açık kalıyor.Bu sebeple eğer belirli saatleri kaçırırsanız otele
dönememe sorunu oluyor.Çünkü St Petersburg´da sayısız kanal,nehir ve Galata
Köprüsü benzeri açılıp kapanan köprü bulunuyor.Ancak Nievski Bulvarı yakınında
kalırsanız köprülerle işiniz olmaz,heryere yürüyerek ulaşabilirsiniz.
Şehrin tüm alışveriş merkezleri,eğlence mekanları ve lokantaları burada,yani şehrin kalbi burası.
St Petersburg´da Rus yemeklerinden sıkılıp canınız şöyle bir kurufasulye-pilav ya da adam gibi bir etli yemek,hızlı servis,demleme çay çekerse bu konuda sadece 1 tane Türk restaurant size yardımcı olabilir.Rize´li bir öğrenci olarak Rusya´ya gelen sonra buradaki yemeklerden dolayı aç kalıp Türk Lokantası açmaya karar veren Murat´ın mekanı "Antalya Restaurant". Biz kendimizi oraya 2-3 kez attık. Rusya´da Herhangi bir lokantada başlangıçlar ile ara sıcaklar ,ara sıcaklar ile ana yemek ve ana yemek ile tatlı arasında her seferinde 30 dakika kadar bir süre geçiyor.Sadece poşet çay veriyorlar.
Oysa Antalya Restaurant ´a oturduğumuzdan 1 dakika sonra çorbalarımız,çorbalardan 5 dakika sonra kuzu kavurmamız ve pilavımız
Hemen akabinde kalbura bastı tatlımız ve beraberinde ince belli bardakta
Demleme çayımız hazırdı.
Çarlık ve Komünizmden oluşan ilgi çekici tarihi,çeşit çeşit Votkaları,yüzlerce renk ve çeşitte matruşkaları,türlü türlü kalpakları,birbirinden güzel her biri sanat eseri olan tarihi binaları,köprüleri,kanalları,nehirleri,tiyatroları,baleleri,klasik müzik
orkestraları,renkli gece hayatı ve insana "bu kadar güzellik de fazla"
dedirten doğa harikası kadınlarıyla mutlaka görülmesi gereken bir ülke
Rusya.
Sevgiler,