Sevgili dostlarım,
Yaklaşık 16 yıl önce yazdığım bir bekleyiş öyküsü dün okuduğumda beni yine ağlattı. Sizlerle de paylaşmak istedim...
Bayramınızı kutlar, büyüklerinize saygılarımı ve sevgilerimi gönderirim...
BÜLENT ÖNDER
KIRMIZI ÖYKÜ
Alnından başlayan dik üçgen burnu yüzüne ayrı bir sevimlilik katıyordu. Fakat sevecen bakışları yan masada ağlayan bebeği pek etkilemedi. Çocuklar artık beni eskisi kadar sevimli bulmuyorlar herhalde diye düşündü...
Yaklaşık 40 dakikadır gözü, köstekli saati, yol ve terminal arasında sabırsız turlar atıyordu... Bu yıl mutlaka gelecekler diye geçirdi içinden. Terminale her otobüs girişinde gözkapakları kendini zorla kaldırıp gözlerini yeni bir umuda aralıyordu. Ve otobüs boşaldığında ayağının yeri, kalbinin göğüs kafesini döven sabırsız tıpırtısı biraz yavaşlıyordu...
Patlıcanların yerine çilek ekmişti bu yıl. Hatırladığı kadarıyla torunları çileğe bayılırdı. Küçüğe biraz alerji yapmıştı yoksa. Tek oğlunu everdiğinden bu yana tam 14 yıl mahsul almıştı emekli bahçesinden. Ama son 4 üründe ne biber kurutulmuş, ne de ipe bamya dizilmişti. Karısını tam dört yıl önce domates fidelerini danaburnu kestiğinin akşamı yitirmişti. Mebrure Hanım'ın amansız hastalığına oğlunun Almanya'dan gönderdiği ilaçlar da fayda etmemişti...
---Başımız sağolsun baba , diyebilmişti ancak gelini ve oğlu uzaklardan madeni bir sesle ...
Turfanda sebzelerin verdiği umursamaz iştah ile başlayan nadir demlenmeleri hep yarım kalıyordu...Oyalı peçeteye damlayan gözyaşları içebildiği rakıdan fazla oluyordu genellikle.Mebrure Hanım'ın udu olmadan içtiği rakı, son günlerinin Recai Bey'e tattırdığı yalnızlık zehiriydi.
---Cuma günü izine çıkıyorum Baba, demişti oğlu telefonda. Bu akşam mutlaka Akçay'a inmeleri gerekirdi. İki gün önce kavunları sulamayı kesmişti. Birkaç gün içinde tam rakıya yarenlik edecek kıvama gelirdi. Oğluyla ilk kez karşılıklı içtiklerinde yine kavunla rakı vardı sofrada.'
---Rakı kavunla içilir, demişti oğluna, bu işinde usulü bu. Her şey usulüne uygun yapılsın isterdi. İsterse gelin de içer dedi, isteksizce, kocasının bileceği iş...
Olmuş sebzelerden son kez bu sabah dağıtmıştı konu komşuya. Bundan sonrakiler ancak bize yetecek demişti, heyecanını belli etmemeye çalışarak,
---Malum misafirim gelecek te !!
Artezyenin sesi pek bi silik gelmişti kulağına bugün, torunlar çınlatırdı ki ortalığı sorma gitsin.
Garsona bir adaçayı daha söyledi çekinerek. Zorla mı sevmiyordu işte o boyalı, köpüklü gazozları.
Gözü bir an saatine takıldı korkuyla. Son otobüs müydü yoksa bu gelen?
Son otobüsle gelirler mutlaka, uçakların rötarı malum...
Hafif bir gıcırtıyla kapanan ağır hidrolik kapılar Recai Beyin 365 günlük düşlerinin, umutlarının üstüne kapanıyordu. Bir an için 5 dakika önceki heyecanlı umutlu bekleyişini düşündü. Otobüsün yazısı koyu kırmızıydı. Kalbi mi sancıyordu ne?
Ağır ağır kalkıp hesabı ödedi.Geçen yıl hesabı ödemeyi unutmuştu da garson arkasından çağırmıştı. Sert adımlarla, komşuların kaçamak bakışlarına aldırmadan eve girdi.
Bakkaldan aldığı rakısını özenle buzdolabına yerleştirirken gözü sabah topladığı çileklere takıldı, ne kadar da kırmızıydı. Kalbi mi sancıdı birden?
Siyah takım elbisesinin askısını ortada bırakmıştı, kızdı kendine biraz.
İş pantolonu ile bahçeye indiğinde güneş dağların ardına gizlenmeye çalışıyordu. O da kırmızıydı. Yine mi kalbi? Ayşe Hanımların misafirleri vardı, taze bahçe domatesi makbule geçer diye düşündü. Domateslerin içindeki en iri en kırmızı domatese eğildiğinde kalbi göğüs kafesine, gömleğine, oğluna, gelinine, kaderine isyan ediyordu. Ağzından çıkıp gitmek istiyordu sanki.
Oğlu yeni aldığı kırmızı otomobille köşeyi dönerken, Recai Beyin boynu bükük gözleri açık ve yüzü kıpkırmızı idi...
Bülent Önder
Akçay /Eylül 84