Mehmet Ağabey diyor ki “aynı tulumbadan su içtik, aynı koruda nefes aldık , ondandır…”
Herhalde bir Pazar sabahı, yağmurlu ve soğuk bir havada, Avrasya Maratonu nedeniyle kapatılmış yollara rağmen, Kabataş’tan yürüyerek gelme pahasına da olsa bizleri Eminönü’nde toplayan ya bu su, ya da havadır zaten…
Dünya nimetlerine çokça paye vermiş bir “vezir-i-azam”ın gösterişli camii idi ilk durağımız – Rüstempaşa Camii. Sinan’ın kısa bir hayat hikayesiyle birlikte yeniçeri düzenini, Osmanlı’da el sanatları özelinde çini sanatını, bir çiniye bakıp da orada irem bahçesini, hayat ağacını, çintemanileri, lale – gül goncaları – lotus çiçeğini , bulutları görmeyi; turkuazdan kobalta, alev kırmızısında kaybolmayı öğrendik. Ve yapılan özensiz restorasyonlara hep birlikte içimiz yandı.
Rüstempaşa’dan Süleymaniye’ye yokuşu tatlı sohbetlerle çıkıp, Tarihi Ali Baba Kurufasulyecisi’nde kuru fasulye-pilav-turşu molası verip, çay/kahve ile ısındık.
Süleymaniye’nin Ayasofya ile yarışının öyküsünü dinledik. Sinan’ın mükemmeliyetçiliğini, tekniğini, caminin estetiğinden akustiğine, is odalarına kadar tüm detayları Mehmet Ağabey anlattı, biz hayranlıkla dinledik.
Hassa mimarın 50 yıllık serüveninin en önemli yapıtları Mihrimah Sultan Camii ile Selimiye Camii’ni de aldık belleğimize…
16 Ekim 2011 – Pazar gününü özel bir güne, bir kültür şölenine dönüştüren sevgili ağabeyimiz Mehmet Coral’67’ye gönül dolusu teşekkürler…
Gezimize katılarak 500 yıllık ateşin izini bizlerle birlikte süren tüm güzel insanlara da “ayağınıza sağlık, iyi ki varsınız…” diyoruz.
Bir başka kültür gezimizde görüşmek üzere….
BALMED
Gezinin tüm fotoğrafları için