Şifre: Şifremi Unuttum
     
Üyelik
  Web Üyeliği
  Kullanım Kuralları
Balmed Hakkında
  Tüzük
  Bize Ulaşın
  Yönetim Kurulu
  Dernek Üyeliği
Kariyer
 
  Kariyer Alanı
Alışveriş
  Mağaza
İlan Panosu
  Emlak
  Vasıta
  Eşya
  Özel Ders
  Diğer



ANILAR
YENİ ASIR 4 HAZİRAN 1982 CUMA
BİNBAŞI'DAN HABER VAR
"NEWYORK - GELİBOLU KÜREKLE"
CUMHUR AYDIN'79
"KAYBOLUYORSUN"

ÇEÇENCE
Haluk Sönmez'67 'in unutulmaz anısı Cenap Adaş'80 'ın ön tanıtım yazısı ile......

 

Her şeyi "tip" olan bir arkadaşımızdır Caner. Oynarcasına gitar çalar; müzikten çok hoşlanır, gelgelelim konserlerde sanki mecburen çalıyormuş gibi bir hali vardır. Matematiğe olan kaabiliyetini ise antika geometri problemleri çözerek harcar.

Caner´in atletizme karşı da büyük bir kaabiliyeti vardır. Üç yıldır, birincinin ancak yarısı kadar atmasına rağmen çekiç atmada Türkiye üçüncülüğünü kimseye kaptırmamııştır.

Caner´in enteresan tarafları bu kadar değildir, hapşırması, gülmesi, "ölümden sonra hayat" üzerindeki fikirleri, bizleri bütün yıl güldüren karakteristiklerindendir.

İdeali: Her telden çalmak

Hayat felsefesi: Gelmişiz bari yaşayalım.

 

Caner abinin yukarıda görülen 1965 andacındaki sayfası ve fotoğrafı, BAL Kütüphanesi’nin duvarından genç kardeşlerine gülümser hala...

Aşağıdaki yazı 1999 Şubat ayinda, BALEV Bülten´in dergi formatında çıktığı son sayı olan 32. sayısında  yayınlandı..
Haluk Sönmez´67 abi, bu yazıyı masa abisi Caner Çeçen´65 abiyi kaybettikten tam 18 yıl sonra onun anısına yazmıştı.

Bu yazının ayrı bir anlamı daha var:

Haluk abi Acemiler´in davulcusuydu.. Rahmetli Caner abi de Kararsızlar´ın solo gitaristi...

Rahmetli Caner abinin şahsında tüm yitirdiklerimizi sevgiyle anıyoruz...

Cenap ´80

 


 

ÇEÇENCE

 

Dostoyevski ya da Voltaire´in kahramanlarindan birisi, "eğer tanrı olmasaydı, insanlar onu icat ederlerdi" diyor. Ben de yürekten inanıyorum ki, eğer ölümsüzlük yoksa, yüce insan aklı onu er veya geç icat edecektir.
Anton Çehov "6 Numaralı Koğuş"


Arka sıradan öne doğru sıyrılıp, dört basamak merdiveni sıçrayarak bir adımda aştı. Geride kalan kalabalık içinden birisi, "Bravo...!" diye bağırdı. Sesin geldiği yöne doğru döndü. Kaşları çatılmış, gözleri kısılmış, burun delikleri açılmış, dudakları daha da incelmiş bir halde, avını bir vuruşta devirebilecek bir kaplan gibiydi. Tüm kasları gergin, yumrukları sıkılmıştı. Sesin geldiği tarafa baktı. Kendinden küçük sınıfların önünde, arkadaşlarının arasında geçerli olan adıyla arkasından bağırılmış olması hiç hoşuna gitmemişti.
Dört ay süren ayrılık nihayet bitmişti. Üç senedir devamlı yükselen sevgi, saygı ve dostluk zincirinin dördüncüsüne başlandığı ilk günün akşamıydı. Bu, okulumuzdaki dördüncü senemizin ilk gecesiydi. Akşamüstüne kadar yataklar ve dolaplar yerleştirilmiş, anne-babalar yolcu edilmişti. Nihayet başbaşa kalabilmiştik. Aramıza şu veya bu nedenle yeni katılanları tanımaya çalışıyor, liseli olmanın havasını atarak yemek vaktinin gelmesini bekliyorduk.

O zamanlar okulun en büyük binası olan ve ikinci katında kütüphaneyi, konferans salonunu ve yatakhaneyi; birinci katında yemekhaneyi, mutfağı barındıran; girişte iki adet tenis masası alabilecek ve masa tenisi oynanabilecek boşluğu olan, zeminden dört basamak merdiven çıkılarak içine girilen, dört kösesi baştan aşağıya Malta taşlarıyla süslü, birinci katı boydan boya demir profillerle bölünmüş, tüm cephesi cam olan binanın sol tarafında bulunan giriş kapısı önünde elinde düdüğüyle o günün nöbetçi öğretmeni belirdiğinde hava serinlemişti.

Düdüğün çalmasıyla, sağda solda dolaşan büyük küçük herkes toplandı. Nöbetçi öğretmen, elindeki listeden önce masa abilerinin adını okuyor, arkasından bir sene boyunca ayni yerde oturacak küçüklerin adlarını açıklıyordu. Hangi masaya oturmamız gerektiğini masa abisine söylüyordu. Okula başladığımız üç sene öncesinden bu yana ayni sistem uygulanıyordu; büyüklerin küçükleri, küçüklerin küçüklerine; büyüklerin büyükleri, küçüklerin büyüklerine masa abiliği yapacaktı.
Caner abi önde, bizler arkada, ping-pong (o zaman adı buydu) masalarının yanından geçip yemekhaneye girdik. Masamıza geldiğimizde, Caner abi, masanın koridor tarafındaki sandalyenin yanında dineldi, hepimizin oturmasını bekledi, sonra;

"Benim adim Caner ÇEÇEN... Bu sene hep birlikte bu masada yemek yiyeceğiz. Sekiz ay boyunca, sizlerin beslenme sorumluluğunuz benim. Burasının bir çarsı lokantası olmadığını bilin. Burada okul idaresi bize ne verdiyse o yenir. Çıkan yemekleri beğenmeyen olursa yemez, ama tabağına aldığı yemeği bitirmeden kimse kalkamaz, tabağında kimse yemek bırakamaz. Kimse yemekhane dışına yemek çıkaramaz, herkes yemeğini bitirmeden kimse yerinden kalkıp gidemez. Beraber oturulur, beraber kalkılır. Herkes yemek vakti burada olmak zorundadır, ayni aile gibi. Yemek masasında herhangi bir konu hakkında münakasa yapamazsınız, politik veya sportif tartışmalar yapamazsınız. Bu konulardaki tartışmalar her zaman ilişkileri zedelemiştir. Sizin hangi takımın taraftarı olduğunuz beni hiç ilgilendirmez ama sunu iyi bilmenizi isterim ki, ben Beykoz´luyum. Ne burada, ne dışarıda sizlerden birinizin Beykoz hakkında ileri geri konuştuğunuzu duyarsam, kendinizi eceli gelen fare kedi pipisiyle oynar pozisyonda bulursunuz. Simdi hepinize afiyet olsun"  dedi ve yerine oturup yemeklerimizi dağıtmaya başladı.

Yemeklerimizi yerken bizler gülmek ile susmak arasında birbirimize bakmaktaydık. Olacak şey değildi. Masa abimiz Beykoz´luydu. Sonradan onun bu takımı neden tuttuğunu öğrenemedik ama Beykoz´un her maçını, her futbolcusunu, her idarecisini çok yakından takip ettiğini her gün dinleyerek anladık. Sekiz ay boyunca onun açıkladığı ilkeler uygulandı. Kimse yemeğe gemlemezlik etmedi, kimse tabağında yemek bırakmadı, kimse yemek masasından kalkıp gitmedi, en önemlisi kimse yemek masasında münakasa ya da kavga etmedi. Bu tam bir Çeçence uygulama idi ve hiç de fena değildi. O gün bugün hiç yemek ayırmamayı öğrendik. Daha da önemlisi, yemeğin ne olduğunun, nerede yendiğinin önemsiz olduğunu ama kiminle yendiğinin önemli olduğunu öğrendik. Ben, sekiz ay Caner Çeçen´le yemek yedim, belki de sizlerden ayrıcalığım bu. Ahmet Dökmeoğlu hocanın deyimiyle, her yönüyle tam bir "little big man"di. Abiydi, örnekti, sporcuydu, bağışlayıcı, yol gösterici, yiğit ve mertti.

Bizlerden iki sene önce mezun oldu. Ankara´da ODTU Elektrik-Elektronikte okumaktaydı. Geçen günlerde onu unutmuştuk ama, bize öğrettiği şeyleri biz hem uygular, hem de başkalarına öğretir olduk. Bugün evimizde yemek masasında Çeçence kurallar geçerlidir.

25 Mart 1981 günü, gazetelerin hemen hepsinde, 9 Mart 1947 doğumlu; aptallık, yalan ve haksızlıktan nefret eden, yüzyetmişiki santim boylu, baktığımızda sadece kocaman bir yürek gördüğümüz, takımlardan Beykoz, yemeklerden karnıyarık için inanılmaz tutkusu olan, reenkarnasyon takıntılı bir yiğit, bu mert abimizin Suudi Arabistan´da geçirdiği bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmış olduğu haberi vardı.

 

İnsanların kendileri için ölümsüzlüğü bulmaları şimdilik imkansız ama, başkaları için ölümsüzlüğü onlardan bir şey edinerek bulabiliriz. Aramızdan zamansız ayrılan sevdiklerimizi olumsuz kılmanın, onları her zaman aramızda yaşatmanın en geçerli yolu onlardan bir şeyler edinmek... Bu şekilde, geçmişin günümüze yansıyan gölgeleri içinde kendimizi daha mutlu hissederiz.

Ben, 25 Mart 1981´den beri Beykoz´luyum ve Beykoz´lu olmanın bence inanılmaz bir nedeni var. Siz hangi takımı tutuyorsunuz? Neden? Siz farkında olsanız da olmasanız da, siz duysanız da duymasanız da muhakkak bir yerlerde, bir şekilde sizi düşünen, anımsayan birileri vardır.

Kalbin durması, nefesin kesilmesi, hayati fonksiyonların tamamen yitirilmiş olması ölüm demektir. Solunumun olduğu, kalbin ve beynin çalıştığı anlarda bile insanların birbirlerini duygusal ölümlere, zihinsel uzaklaşmalara zorladığı ve bunları ulu orta açıklamaktan en ufak insanca bir incinme duymadığı, ya da duygu ve düşünce farklılıkları nedeniyle bir çok yaşayanın ölü kabul edildiği günümüzde, ben tüm içtenliğimle inanıyorum ki, hiç bir ölüm ayrılık değildir. Herkesi yaşatabilirsiniz, yeter ki isteyin. Su anda aranızda olmayan arkadaşlarınızı ve dostlarınızı yaşatabilmek için onlardan bir şey bulun, çıkarın. Geçmişin gölgelerinde serinleyin.

 

Sevgili İbiş, sevgili Caner abi,

Ben her futbol münakasasında ve her ev içi yemeklerimizde yasadığını hissediyorum.

 

Ben Beykoz´luyum...

Ya siz?

 

Haluk Sönmez ´67

 

 

 

 

 

<<< geri

Diğer Yazıları:
 
eNroll® CM
BALMED, İzmir Koleji ve Bornova Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği 2018