Önce yürüyerek geçmiştim Asya’dan Avrupa’ya birkaç yıl önce, sonra o kesmedi; bir de koşarak geçmeyi denedim. Ve sıra “yüzerek” geçmeye geldi.
Yıllardır bir hayalimdi; “Boğazı yüzerek geçmek”, daha fazla ertelememeye karar verdim. Yaşım 46 olmuştu, dizlerim iyice su koyuvermeye başlamıştı. Yani; “Now or Never” gibi bir durum söz konusuydu J. Zaten “teğet” geçen ekonomik krizden dolayı hafifleyen iş durumu nedeni ile de yeterli zamanım olacaktı antrenmanlar için. “En azından denerim” diye düşündüm. Ne kaybederdim ki?
Ben yüzücü değilim, bir kulüpte yüzmedim, yüzme yarışlarına katılmadım hiç hayatımda. Ama sporcuyum sonunda; voleybol oynadım, basketbol oynadım…
Zaten, bu aktivitede bitirmek önemli. 90-100 dakika civarında yüzebilirsem parkuru tamamlayacağımı tahmin ediyorum. Belki yarışı bitiremem, belki hiç katılamam ama en azından deneyeceğim.
İşte böyle düşünerek kararımı verdim. Daha sonra vazgeçmemek için arkadaşlarıma, dostlarıma bu kararımı bildirdim ki ilerde caymayı aklımdan bile geçiremeyeyim J.
Nisan ayinin ortalarıydı bu kararı verdiğimde ve bu amaç için 3 ay antrenman yapabilecektim. İnternetten TMOK sayfasından bilgileri aldım, Haftada en az 3 gün yüzmeye başladım yüzme havuzunda. Daha önce boğazı yüzerek geçenlere ulaşmaya çalıştım, bilgi aldım. Zaman yaklaştıkça çalışmalarımı arttırdım, tempoyu yükselttim. Süratim yetersizdi, çünkü bacaklarımı kullanamıyordum. Saatte 2,750 metre yüzebiliyordum ancak havuzda.. 40 yaşına kadar “kurbağalamadan başka stil yüzememiştim ki ben. (bu yüzden çocukluk arkadaşlarım arasında takma adım “froggy”dir) , Oysa şimdi, 46 yaşımda 6,5 km kulaç atacaktım, daha birkaç yıl öncesine kadar serbest stil 50 metre yüzemezken…Üstelik dizlerimdeki menüsküs sorununun da etkisi ile bacaklarımı hemen hiç kullanamadan.
Önce elemelerden geçtik, Ataköy deki havuzda. Bu sene ilgi çok büyüktü. 100 kişi olduğu söylenen lisanssız yüzücü kontenjanı için 300-400 kişi toplanmıştı, hem de gece yarısından itibaren gelenler olmuştu sıraya. Aynı gün girmem gereken bir sınav nedeni ile anlayış gösterdiler ; havuza ilk giren yüzücü oldum, 100 m yüzdüm. Daha sonra da bu ilk yüzücü olmanın karşılığı olarak havuzdan çıkanların nabzını ölçerek, yabancı yüzücü adaylarına çevirmenlik yaparak organizasyondaki antrenör arkadaşlara destek olmaya çalıştım.
Bundan sonra heyecanla sonuçları bekledik. Zira aday çok fazla katılım şayisi ise limitliydi. Neyse ki bu aşamayı geçmiştik.
Tabi sadece havuzda yüzerek olmuyordu; denizde de antrenman yapmam en azından birkaç kez yüzmem gerekliydi. Gümüldür , Çeşme ve Erdek’te yüzerek bu açığı da kapattım.
Sonunda beklenen gün geldi çattı. 19 Temmuz’da sağlığımız için özel bir günde; sigaranın iyice kısıtlandığı tarihte (umarım uygulanabilir o kurallar) yüzecektim boğazda. Sabah bol reçelli, ballı bir kahvaltı, -uzun bir aradan sonra- bol şekerli bir çay içtim. Hatta meyve suyunun içine de şeker koydumJ. O da yetmedi; yarıştan 15 dakika önce içmek üzere bol şekerli meyve suyunu da yanıma adlim.
Saat 8.45 gibi Kuruçeşme parkındaydık esimle (arabayı bile o kullandı, anlayın ne kadar konsantre olmuşum olayaJ): Ortalık çok şenlikliydi adeta bir karnaval yeri gibiydi; Sporcular, yakınları, görevliler, basın…. Organizasyon umduğumdan iyiydi. Kolaylıkla akreditasyon kartımı yarış çantamı aldım. Sonra ufak ufak havaya girmeye başladım. Ama katılanları görünce baya bir moralim bozuldu ilk anda. Çoğu “sportakus”lerdi. Hem de benim gibi “çakma” değil. Vücutlar, boy bos sanki Anıtkabir “Tören Mangası”na seçim yapılıyordu. Hem erkekler hem kızlar hakikaten sırım gibiydi. “Neyse” dedim, “boş ver , sen de çok çalıştın, çok iyi hazırlandın.”
Birçok yabancı katılımcı vardı, kendi kendine ekip oluşturmuş gruplar vardı;” Türk Petrol Çalışanları”, “Bursalı Master Yüzücüler” gibi…
Saat 1000a doğru kayıt işlemleri tamamlandı sonunda ve teknelere binmeye başladık. Buradan yarışın başlangıç yeri olan Anadolu yakasındaki ve kuzeydeki Kanlıca iskelesine gidecektik. Teknede hoş bir hava vardı. Herkes birbiriyle konuşuyor, benim gibi ilk defa geçecekler deneyimli birini bulup son bilgileri almaya çalışıyordu,. Güneş koruma yağı ve vazelin sürüyordu, kıyıda bu işi tamamlamamış olanlar. Bu işin de bir püf noktası varmış; ameliyat eldiveni getirmişler, onunla sürüyorlar vazelini, avuç içleri yağlanmasın diye. Derken kanocular geçiyor yanımızdan, onlar 930 gibi start almış olacaktı. Tekneden alkışlar yükseliyor sporculara desteklemek amacı ile. Çok güzel, sportmence, kardeşçe bir ortam. Bir yabancı, Fransız yanaşıyor bana, başarılar diliyor. Beni hatırlamış; havuzdaki seçmelerde çevirmenlik yapmıştım onlara. Ben de bir İngiliz i görüyorum, yine seçmelerde yardım ettiğim. O da beni hatırlıyor, sohbetliyoruz kısaca.
Bu sene organizasyonda bir değişiklik yapmışlar, katılımcıları ikiye bolmüşler. İlk 350 kişi 30 yaş altı ve çoğunlukla lisanslı yüzücülerden oluşuyordu. Ayrı bir tekneye bindiler, yarışa ilk onlar 10.45’de başladılar. Start verildikten sonra hemen kenardaki çay bahçesinden boğazın bıçkın gençleri de suya atladı, ardından bir helikopter belirdi, belirmekle kalmadı, iyice alçaldı, Tabi dalga ve rüzgâr yapınca henüz yeni suya atlamış ve iskeleden uzaklaşamamış olan yüzücüler biraz şaşırdı. Helikopter çekim yapıyordu ama az kalsın su altından çekim yapacaktı. Bu arada bizler, yani 30 yaş üstü ve ağırlıkla amatörlerden oluşan 2. Gruptaki 350 kişi diğer tekneden izliyoruz olanları.
Neyse; ilk grup biraz uzaklaştıktan sonra bizim tekne yanaştı iskeleye, inmeye başladık. Yarış komiseri anons yapmaya başladı. “Tabanca sesini duymadan sakin suya atlamayın bekleyin, herkes motordan insin, motor uzaklaşsın, start öyle verilecek” dedi. Ama dinleyen kim, grubun yarışı inmişti ki millet suya atlamaya başladı. Ortalık karıştı, bir grup atlarken diğer grup tereddüt etti; “atlayım mı bekleyim mi ?“diye. Derken hakem teknesinden; “ yarış başladı siz de beklemeden atlayın” dediler. Böylece saat 10.55 gibi yani ilk gruptan yaklaşık 10 dakika sonra 2. Grup suya girdi. Ben de suya atlıycam atlamasına da bir türlü atlayamıyorum. Önümüzdeki atlıyor onun sudan çıkıp 1-2 metre uzaklaşmasını bekliyoruz üzerine atlamamak için. Benim önümdeki atladı ve iskeleye doğru yüzmeye başladı gerisin geri. “N’apiyorsun ? Karşıya yüzeceksin” diyorum ama adam geri gelip “Mayom yırtıldı” demez mi?
Neyse 1-2 dakika gecikmeyle suya girdik. Tam bir kargaşa; her tarafım insan, tokatlar, tekmeler geliyor vücuduma . Kendime bir yol bulmak biraz uzaklaşmak istiyorum, ama solumdaki beni dövmeye devam ediyor. En sonunda ben de karşılık veriyorum. Açılmak zorunda kalıyor J.
Şimdi sakin olmaya, ne yapmam gerektiğini hatırlamaya çalışıyorum. Önce bir sure karşıya yüzecektik, boğazın ortasına kadar açılıp aşağıya doğru giden ana akıntıyı yakalayacaktık. Kerteriz alacağım noktaları bulmaya çalışıyorum. Ama hiç bir şey, gemiden, karadan göründüğü gibi görünmüyor, hatta hiçbir şey görünmüyor.
Anlayacağınız, ilk 10 dakika şaşkınlık, panik ile geçti. Sonra yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. “Sakin ol koçum” dedim. “Aylardır bunun için hazırlandın yapacaksın, merak etme, toparla kendini.” Ve akıntıda süzülerek gitmeye başladım. FSM köprüsün altından geçiş, hiç unutamayacağım saniyelerdi. Birden bir karartı geliyor üstünüze, gökyüzü kararıyor, su kararıyor, bir serinlik, bir ürperti… Sonra sırasıyla Hisar, Aşiyan parkı, Bebek koyu, Arnavutköy koyunu geçiyorum.
Kendi kendime konuşuyorum; “Oğlum keyfini çıkar, aylardır bunu hayal ettin” diyorum. Gerçekten herşey güzel; su sakin, soğuk değil, derin suyun verdiği ürperti hissi yok. Suda yabancı madde yok,kahverengi denizanaları yok.. Bir de üstelik hiç yorulmuyorum, gözlüğümden su girmiyor, burnumu acıtmıyor, mayom katlanmıyor.. Yani herşey yolunda, rüzgâr ve akıntı arkamızdan geliyor, aman nazar değmesin..
Arnavutköy burnuna yaklaştığımda kolumdaki saate bakıyorum; 40 dk olmuş. Şaşırıyorum, bir daha bakıyorum saate, doğru; 40 dk. Yarışı 90 dk da bitirmeyi planlıyordum ve “buraya da 60-65 dk civarında ulaşırım” diyordum. Çok daha iyi bir zamanda gelmişim. Ümitleniyorum, heyecanlanıyorum; “galiba 1 saatin altında bitirebileceğim" diye ki benim için inanılmaz bir derece olur.
Fakat Arnavutköy burnundan sonra deniz çırpıntılı olmaya başlıyor. Yüzerken o küçük çırpıntılar dalga gibi geliyor insana, dengeni bozuyor, etrafını göremiyorsun. “Allah Allah diyorum çok kıyıya da yanaşmadım, ters akıntıya girmiş olamam.”
Derken dün bizi gezdiren balıkçı Cemil kaptanın söylediklerini hatırlıyorum; “inşallah Lodos olmaz, o zaman rüzgâr Marmara’dan kuzeye doğru esecek, çok zorlanırsınız. Sağda tepedeki büyük Türk bayrağına (Ortaköy TRT binası yanındaki büyük bayrak olsa gerek) bakın “demişti. “Bayrak güneye doğru dalgalanıyorsa iyi; Poyraz var, arkanızdan geliyor rüzgâr. Ama kuzeye doğru dönmüşse bayrak, Lodos var, isiniz zor olur. Gücünüzü iyi kullanın. Bir de GS adasını çok açıktan alın, “yaklaştık bitişe” diye kıyıya erken yanaşmayın, ters akıntıya girersiniz”. Ve Bayrak kuzeye doğru dalgalanıyordu, yani rüzgâr dönmüştü, esas yarış şimdi başlıyordu galiba…
Neyse ki çok idareli kullanmıştım enerjimi, buraya kadar gayet yumuşak bir tempoda gelmiştim. Adayı da epey açıktan aldım.(bir FBli olarak zaten GS adasına pek yaklaşamıyor bünye J)
Fakat dalgayı karşıdan yemeğe başlayınca boğazın ortasına doğru kaçmaya başladım. Tabii finiş noktasının da baya açığında kalmışım. Denizde mesafe kestirmek çok zor, varış yerini gördüğümde 300-400 metre kaldığını tahmin ettim ve tempomu arttırdım, hatta hafiften depara kalktım bile diyebilirim. Ama sahilde kerteriz aldığım bayrak direğine bakıyorum hiç ilerleyemiyorum neredeyse. Biraz daha tempo arttırıyorum, bu arada baya bir yüzücü geçtim, ama bayrak direğine bakarsan sanki yerimde sayıyorum ama adam geçiyorum (herhalde onlar geri geri gidiyor J). Bir 50 metre daha, bir 50 metre daha, az daha…
Ve sonunda yarış bitiyor. Kolumuzdaki çipi kırmızı halıdan geçiriyoruz. Kıyıda bir sürü insan toplanmış, eşim ve arkadaşlar bekleyecekti beni, gözüm onları arıyor, ama kalabalıkta kimseyi göremiyorum. Kenarda görevliler su ve havlu veriyor hemen. Bitirdiğimi yeni fark ediyorum. Umduğumdan çabuk ve kolay oldu, sanki 1-2 km daha yüzecek enerjim var daha. Bunun da şaşkınlığı var biraz herhalde.
Sonra etrafı biraz daha iyi algılamaya başlıyorum. Dev bir elektronik kronometre var . 1.17 gösteriyor, bitireli 2-3 dakika olduğuna göre 1.14de falan bitirmiş olmalıyım diyorum.(hâlbuki kolumda kronometreli saatim var, ama o anda unutmuşum bunuJ).
Havluyu yüzüme kapatıyorum, yüzümü kurular gibi yaparken hıçkırıklar gelmeye başlıyor. “Oldu koçum” diyorum, “yaptın, başardın, geçtin.”. Bir dakika kadar öyle kalıyorum. Sonra duşlara gidiyorum. Beraber yarışa girdiğimiz arkadaşımı görüyorum. O da bitirmiş, çok sevindim. Gözüm etrafta hala, ama kimse yok tanıdık. Derken dev elektronik skorboardda ismimi görüyorum. Erkekler 46-50 yas kategorisinde14. Sıradayım 1.15.09da bitirmişim. Sanki olimpiyatlarda derece almışım gibi seviniyorum. Orada fotoğraf çeken hiç tanımadığım birinden rica ediyorum, o elektronik scorboard’un fotoğrafını çekip bana yollar mı diye (hakikaten yolladı aynı gün).

Dakikalarca bakıyorum ekrana, sonra aklıma geliyor; denize, bitiş yerine bakıyorum, hala insanlar denizde. Havanın Lodos olması nedeniyle dereceler geçen seneye göre 10-12 dakika daha kötüymüş. İyi; demek ki seneye iyi hava olursa 1 saatte bitireceğim J)
Ondan sonrası hızla geçiyor, tekneye gidip çantamı, eşyalarımı alıyorum, üstümü değiştiriyorum. Çok eski bir yüzücü olan bu camianın duayeni ve beraber voleybol oynadığımız 80 yaşının üstündeki Nejat Nakkaş’ın , “Nejat baba”nın bana 10 yıl önce hediye ettiği”,kırmızı beyaz yüzme milli takiminin eşofmanını “ giymiştim, uğur olsun diye. Tekrar ekranın önüne geliyorum ve kenarda Nejat babayı görüyorum, ne güzel bir rastlantı. (Nejat Babaya da en çok boğazı gecen yüzücü ödülü verildi , ama o bana çok mütevazı bir şekilde “ben seni seyretmeye geldim” dedi. Gözyaşlarımı bu kez zor da olsa tuttum. )
O sırada eşim ve arkadaşlarım meğerse benim sudan çıkmamı bekliyorlarmış ve hatta “yuh artık herhalde bu kadar da sonlara kalmamıştır” diyorlarmış. Sonunda buluştuk, fotoğraflar çekildi.

Nasıl oldu anlayamadım; eski bakan Kürşat Tüzmen yanıma geldi, elimi sıktı, onunla da fotoğraf çektirdik. Benden 6 dakika daha iyi yüzmüş. Bakan kaya gibi maşallah. Keşke tüm politikacılar spor yapsa, spora destek verse. Ardından organizasyon komitesi başkanı eski Pfizer’li Türkay Abi ile kucaklaştık, fotoğraf çektirdik.
Sonunda dereceler açıklandı, şampiyonlar madalya ve kupalarını aldı. 3. Boğaz köprüsünü istemeyenler pankart açtı. Ben de katılım belgemi, bonemi, çipli bilekliğimi bu günün anısı olarak omur boyu saklamak üzere alarak oradan uzaklaştım.
Kesinlikle hayatım boyunca unutamayacağım, yapmaktan gurur duyduğum bir deneyimdi. Sağlığım sıhhatim iyi oldukça her yıl geçerim bu boğazı. Hatta şartlar uygun olursa 30 Agustos’da Çanakkale boğazı niye olmasın ?
Tüm bu süreç boyunca yakınlarımdan, dostlarımdan büyük destek gördüm, bu yazıyı da onlara bir teşekkür borcunu yerine getirmek yasadıklarımı onlarla paylaşmak için yazmaya karar verdim. Çünkü mesajlarıyla, telefonlarıyla, bana taktıkları isimlerle (Actionman, Sportakus gibi),hatta orada beni karşılayarak çok destek oldular. Başta da söylediğim gibi onlar olmasaydı bu kadar kararlı olur muydum bilemiyorum. Yeni aktivitelerde buluşmak üzere organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Bu keyfi, mutluluğu, gururu paylaştığım tüm diğer yüzücü arkadaşlarımı da kutlarım.
Sportakus
Dr. C. Hakan Topaloğlu
Not ; Bu yarışa 26 ülkeden 160´ı yabancı olmak üzere 713 sporcu katılırken, 588 kişi yarışı bitirmiş. 92 tanesi bayan . 1inci gelen yüzücü 0.54.01 yüzmüş. Sonuncu gelen 2.08.56 da bitirmiş.Ben 1.15.09 ile genel klasmanda 142. olmuşum. Yaklaşık 550 katılımcıyı geride bırakmışım. Kendi yas grubumda ise 50 kişi arasında 14. olmuşum.